Güzellikleri Paylasalim
  Tilsim ve Muska
 

             TILSIM VE MUSKA TAKMAK


   Hadiste temime (çoğulu temîm) diye geçen muskacılığın esası, insanı koruduğuna inanılan yazılı veya yazısız madenî veya kâğıt bazı şeyleri üzerinde taşımaktır. Hz. Peygamber bunu şirk olarak nitelendirmiştir.(bk.İM.tıbb,39)
Hz.Âişe,üzerine ustura asılmış bir çocuğu görüp sorduğunda, bunun çoçuğu koruduğu söylenmişti.Çok sinirlenen Hz.Âişe,"Hz.Muhammed sizi bu putperest âdetlerinden temizlemek için gelmedi mi? Çıkarın şunu çocuğun boynundan."demiş ve usturayı attırmıştır.
   Boncuklar,maskotlar, yazılı muskalar hamailler vs.hepsi bu cümledendir. Bunlardan hayır ve koruma beklemek İslamî yönden en büyük günahlardan biridir. İslam bu primitif davranışları insan hayatından söküp atmayı esas almıştır. Bunlar,putperestliğin,çeşitli renk ve desenlerle yeniden boy göstermesidir.
   Muskacılığın en çirkin görünümlerinden biri de, Hz. Peygamber'in tivele diye andığı şirinlik büyüsü veya kısmet muskasıdır. Hz.Peygamber, yukarıda kaynağını verdiğimiz hadiste tiveleyi de şirk cümlesinden bir günah olarak göstermiştir.
   Görüldüğü gibi,bütün bunlar, insanın kaderini Allah'ın ve kendisinin elinden alıp başkalarına veya başka güçlere teslim etmek olduğundan Allah'a şirk,insana da kötülüktür.
   Bunlar, insanı gücünün tükendiği yerde Allah'tan yardım ve destek istemek yerine,eşya ve tabiat kuvvetlerinden medet ummaya iten ilkel putçuluk kalıntılarıdır ve İslam bu kalıntıları insan hayatından uzaklaştırmayı esas alan bir sistemdir.
   Bu bahsi noktalamadan Peygamberimizin konuyla ilgili iki hadisine daha yer vermek istiyoruz:

"KORUNMA VE KURTULMA ÜMİDİYLE ÜSTÜNE-ELBİSESİNE BİR ŞEY ASAN ŞİRKE BULAŞMIŞTIR." VE: ÜSTÜNDE MUSKA TAŞIYANIN ALLAH HİÇBİR İŞİNİ TAMAMLAMASIN ;ÜSTÜNDE NAZARLIK BONCUK TAŞIYANI ALLAH KORUMASIN.

(HEYTEMÎ , 1/130)

----------------------------------------------


                 GAZABA GELMEK

Kanın intikam hırsıyla köpürmesi (bk.Tevhîdî ; mukabesât, 315)olarak tanımlanan gazab, hadiste, "insanoğlunun kalbinde yanan bir kor parçası" diye ifadeye konmuştur. Gazab, insandaki dengeyi alt üst ederek kontrol ve muhakemeyi ortadan kaldırır,; böylece en büyük tehlikelere zemin hazırlar.Bunun içindir ki hadiste " hakimin öfkeli iken hüküm vermemesi " emredilmiştir.
   Allah yolunun en emin ve fedakar yolcuları olan nebîler, gazaba uzaklıkları ve onun zıddı olan hilim ile bilinirler.(bk.Hûd, 75 ; Saffat, 101 )Yeri gelmişken şunu da söyleyelim ki , İslam büyüklerinden bazıları , "köpek ve suret (resim,heykel) giren eve melek girmez" hadisindeki köpekten maksat gazab, sûretten maksat ise şehvettir demişlerdir.Gayz da gazabın başlangıcıdır.Gazabdan kurtulmak isteyen , gayz safhasında işi halletmelidir.
   Kur'an şöyle diyor;
   "Takva sahipleri , bollukta ve darlıkta infak edenler, kin ve öfkelerini (gayzı) yutanlardır."

(Âli İmran , 134)

        TEVBENİN YERİ VE ÖNEMİ

   Kur'an ve hadisin tetkiki bize gösteriyor ki ulûhiyetin (tanrılık) temel niteliklerinden biri bağışlamak -affetmek; ubûdiyetin (kulluk) temel niteliği ise boyun bükmek, bağışlanmayı beklemektir.Bunun içindir ki İslam düşüncesi temel kabullerinden birini şu şekilde formule eder.Tamlık ve mükemmellik duygusu veren ibadetten , noksanlık ve boyun büküklük getiren günah yeğdir.

   Bu prensibin esası şudur; Allah'ın yarattıklarıyla (alemlerle) ilişkisi kahır ve celal ilişkisi değil , lütuf, rahmet ve cemal ilişkisidir.Böyle olunca Allah'ın bu faal yanı rahmet , merhamet, bağış ve affı işletme biçiminde ortaya çıkar.

   Bu haliyle ilah'i rahmet ve bağış kendiliğinden işler.Kulun niyaz ve yalvarışıyla yani Allah'ın lütuf kapısı önünde çökerek boyun bükmesiyle ortaya çıkacak af ve merhamet tablosu ise bu söylediğimizin binlerce kat fazlasıdır.

   Kur'an-ı Kerim ve hadisi şerif adına şunu rahatlıkla söyleyebiliriz.İnsan kaynaklı davranışların Allah'ı en çok sevindireni, kulun Allah'tan af ve rahmet dilemesidir.En büyük ibadet budur.Bunu ortadan kaldıran tutum ve davranış , dış patenti ne olursa olsun , esasta bir kayıp ve talihsizliktir.

   Bilmekteyiz ki varlık hayat ve oluş Zat'ı Mutlak'ın isim ve sıfatlarının bir zuhuru, açılıp saçılmasıdır.Hayat bir anlamda ilahi isimlerin (Esmaül Hüsna ) bir tecellisi bir resmi geçididir.

   Ve biliyoruz ki , 99 isimden oluşan Esmâûl Hüsna'nın 15 tanesi doğrudan , buna yakın bir kısmı da dolaylı olarak Allah'ın af, merhamet, bağış ve rahmetini ifade etmektedir.İşte ulûhiyetin esas vasfının bağış ve rahmet oluşunun Kur'ansal delillerinden biride budur.

   Tevbe, bu sınırsız ve sonsuz rahmet okyanusundan yararlanmanın insan tarafından kullanılacak en kestirme, en rahat ve en güvenli yoludur.Tevbe günah diye andığımız sürçme sapma ve düşüşlerin de en erdirici telafi yolu ve Allah'ın garantisini taşıyan bir kurtuluş kapısıdır.

   Beden su ile temizlenir, gönül gözyaşıyla.Ruhumuzu yıkamak için de bir "su" lâzım bize.O su tevbedir işte...

   Bütün ruhsal makamların , manevi yükselişlerin temeli olan bir kavram üzerindeyiz : Tevbe. Bina için toprak , yaşamak için gıda neyse , melekût âlemine yükselmek için tevbe odur.

   Kâinat her an ölüp yeniden doğuyor.Ben şu satırları yazmaya başlayalı , bilmem kaç defa yok olup tekrar var edildim. Şu andaki ben az önceki ben değilim, şu andaki evren de biraz önceki evren değil.

   "O her an yeni bir iş ve oluştadır."(Rahman,29)Bu oluş çok suratli cereyan ettiğinden biz varlığı sürekli görüyor, hep var sanıyoruz..Yani Cenâb-ı Hakk'ın Mümit (öldüren) sıfatından çok Muhyî (dirilten) sıfatının belirtilerini seyrediyoruz.

   Ölüm daha yüce bir doğum için atılmış adımdır.Her doğum, daha öncesine göre bir yükseliştir.Tevbe , kainattaki bu yükselme ve gelişmenin şuuruna varmak , ona iştirak etmektir. Evet tevbe bir iştiraktir; ilahi oluşa bir katılmadır.Bu yüzden herkesin tevbe etmesi istenmiştir. Kur'an : "İstisnasız hepiniz Allah'a tevbe edin , ey mü'minler " diyor.(Nur,31)

   Her an bir öncekine nispetle ileri bir aşama olduğuna göre , her önceki an için tevbe etmek lazımdır. Şems-i Tebrizî (645/1247) bu inceliği şöyle ifade etmiştir."İşe her an baştan başlamak lazımdır."Hz.Peygamber bunu şöyle dile getiriyor;

   "Ben her gün yetmiş defadan çok istiğfar ederim."

   Ebu Ali Dekkak (412/1021)bu hadisi izah ederken diyor ki : Allah'ın elçisi her an yükseliyordu.Bir önceki anı , bir sonrakine göre noksan gördüğünden devamlı istiğfar halindeydi. "Bir günü ötekine eş geçen mümin değildir" hadisini bu nüktenin aydınlığında değerlendirmeliyiz.

   Anlaşılan odur ki , sonsuzluk yolunda sürekli yürüyüş , bir anlamda sürekli tevbe halinde oluştur.Çağımızın büyük ilahiyatçılarından biri olan Paul Tillich, bu oluş ve eriş sırrını ifade ederken şöyle diyor: "Tevbe bir uyanış ve kendine geliştir.Bu uyanış , imanın yöneldiği son realiteye ilişkin şuurda kayıp veya örtülmenin söz konusu olduğu halden açık ve aydınlık bir şuur haline geçiştir.Böyle olunca da tüm ruhsal uyanış ve yükselişlere ilişkin tecrübeler birer tevbe hali olarak görülmelidir. " (Tillich,Dynamics of Faith,124)

   Kısacası , her boyut değiştirme bir uyanış ve doğuştur ve her uyanış ve doğuş bir tevbedir.

   Hiçbir insan tevbe ihtiyacı dışında kalamaz, dedik.Bunun anlamı nedir ? Bize istisnasız hepiniz tevbe edin , deniyor. Yani herkes tevbeden faydalanacaktır. Günahlı günahından kurtularak , günahsız , bir derece daha ileri giderek . Çünkü tevbe kainatın ruhuna yaklaşmaktır. Böyle bir gayret bizi , bulunduğumuz makam ne olursa olsun , yüceltir. Tevbeyi sadece günahkarların yapacağını sanmak büyük hatadır.Günahkarlar daha önce ve daha çok tevbe etmeli ama sadece onlar değildir tevbe etmesi gerekenler.Herkes her zaman tevbe etmek zorundadır.Bu kulluğun bir gereğidir. Mücâhid b. Cebr (101/719) şöyle der:"Sabah akşam tevbe etmeyen zalimlerdendir."

   Kimi günahına tevbe eder (Sehl,Cüneyd) kimi gafletine tevbe eder ( Zünnûn el-Mısrî), kimi bütün masivaya (Allah'tan gayrı her şeye )tevbe eder (Nûri) kimi ibadetlerine güvenmiş olduğunun farkına varıp buna tevbe eder(Kuşeyrî), kimide bizzat tevbesine tevbe eder (Ruvaym).

   Değişmeyen gerçek şudur: Cennete giden en emin yol , kurtuluşa açık en güvenilir kapı tevbe olmaktadır. Bu nükte bir hadiste şöyle verilmiştir.
   "Cennetin sekiz kapısı vardır.Bunların yedisi kapalıdır.Yalnız bir kapı açıktır ki o da kıyamet kopuncaya kadar tevbe etme kapısıdır."
(İbn Mübarek, Kitâb ez- Zühd, 368)

   Bu demektir ki cennete açılan kapıların hepsi kapanabilir ama , tevbe kapısı asla kapanmaz.

   Tevbe zamana , özellikle geçmişe mahkûm olmadığımızı gösterir. Mevlana : "Geçmiş ve gelecek perdelerdir" diyor.Bu perdelerin arkasını görebilmek için tevbeye sarılmalı.Tevbe noksanları , yanılmaları basamak yaparak ileri atılmamızı sağlar. Noksanların tekrar edilmeyeceğine karar vermek tevbedendir; fakat geçmişimizin pençesinde mahpus kalmak tevbe değildir.Geçmişimizin muhasebesini yapmak hünerdir, fakat bununla oyalanarak bulunduğumuz anı değerlendirmemek tevbe sırrına aykırıdır.Bu noktaya ışık tutarken Cüneyd el-Bağdadi, " Tevbe günahı unutmaktır" diyor.Hadiste "Tevbe eden hiç günah işlememiş gibidir"buyurulması da bunu gösterir.

   Nasıl oluyor da tevbe geçmişin bütün günah ve eksikliklerini siliyor?

   Bu sorunun cevabı , evrende ve ferdin dünyasında adaletin hüküm sürmediği gerçeğine oturur. Ne demektir bu?Gerek makrodan mikroya gelişte (kainat, toplum,fert) gerekse mikrodan makroya gidişte (fert,toplum,kainat) adalet yalnız toplum dünyasında vardır. Ne evrende, ne de bireysel âlemde adalet gerçekleştirilemez, gerleştirmeye yönelik bir düzende kurmamıştır Yaratıcı. Adaletin hem istendiği hem de gerçekleştirilebileceği tek âlem toplum âlemidir. Öteki iki dünyada adaletin yerini bazen lütuf ve merhamet , bazen de kahır ve gazap almaktadır.

   Tevbe bu alemlerin hangisinde veya hangilerinde yer alır? Tevbenin iki kutbu vardır: Makro uç,mikro uç.Yani bir kutupta Allah , öteki kutupta insan.O halde tevbe adaletin işlemediği iki dünya arasında oluşan bir keyfiyettir ve bunun için de günahın büyüklüğü tevbeyi iş göremez hale getiremez.Bu gerçekten çıkan bir başka netice de şudur: Orta âlem olan toplumda tevbe , af ve lütuf değil, adalet ve kısas hakim olmalıdır,kısmen de hâkimdir. O halde orta aleme ilişkin hakları yerine getirip , onun aleyhine işlenen suçların takibinden kurtulmak afla değil ödemeyle mümkün olacaktır.

   Bu inceliğin dayandığı evrensel ilke ne olabilir.? Bu esas bizce şudur: Affetmek yetkisi, hak sahibinindir. Tevbenin affettireceği günah da bir hakkı zedelemiştir.Bu hak Allah'ın hakkıdır.Tevbe Allah haklarından doğan günahların affına yarar.İnsan hayatında bu af yoluna , sadece bireysel hakların ihlâli durumunda başvurulabilir. Fakat unutulmamalı ki bu halde dahi affetme yetkisi hakkın sahibine aittir. Nasıl ki toplumun hakkını ferde affettiremeyiz, aynen öyle de ferdin hakkını topluma affettiremeyiz. Bu iki benlik sadece kendi haklarını af yetkisine sahiptirler.

   Tevbe düşüp kalktığımızı , bu da gelişmekte olduğumuzu gösterir.Günah ve tevbe tekâmülün en esaslı belirtileridir.Günahsız ve tevbesiz insan kemâle eremez. Bunu içindir ki Muhyiddin İbn Arabî (638/1240) şöyle diyor: " Günah ile irtibatını kesen iman kemâle eremez". Bir hadis-i şerif ise aynen şöyledir: "Eğer günah işlemeseydiniz , Allah sizi yok eder ve yerinize günah işleyip O'ndan af dileyen bir kavim getirirdi."Bir şey ki seni , Rabbinin önünde gözyaşı dökmeye , niyaz ile ağlamaya sevk eder, o şeye en üstün ibadet gözüyle bakmamayı nasıl düşünürsün ?Allah dostlarının , günahlar yüzünden boyun büküp ağlamayı , ibadet çokluğuna güvenmeye tercih edişleri bundandır. Avn.b.Abdullah şöyle diyor."Tevbe edenlerle oturup kalkın.Çünkü Allah'ın rahmeti yalnız onlara yakındır. Öyle zamanlar olur ki kul , işlediği bir günah yüzünden kaygılanır da o günah onun için birçok iyilikten daha kıymetli hale gelir."

   Tevbe başlıbaşına bir ibadettir,demiştik.Bu noktaya İslam bilginlerinin çoğu tarafından değinilmiştir.Râgıb el ısfahânî (502/1108) bunlardan biridir. Müfredât adındaki şaheserinde şöyle der: "Tevbe , günahı terk etmenin en güzel yoludur.Çünkü tevbe , özür beyan etmenin en etkili şeklidir.Özür dilemek üç şekilde olur: 1.Özür dileyen suçu işlemediğini söyler,2.Suçu filan sebep yüzünden işlediğini beyan eder, 3. "Suçluyum, kötülük yaptım, fakat vazgeçiyorum " der.İşte bu son şekil tevbedir. " Her insan hata yapabilir. Hata sahiplerinin en hayırlıları ise çok çok tevbe edenlerdir."

   Tevbe edenin Allah'ın sevgisine layık olacağı, Kur'an ve hadiste ısrarla belirtilmiştir ki bu bile tevbenin büyük bir nimet olduğunu göstermeye yeter. Örnek verelim: " Allah hem çok tevbe edenleri sever , hem de çok temizlenenleri sever." (Bakara ,222; Sad, 30,44)

   Tevbe öncelikle , psikolojik bir olay , bir iç tecrübedir. Kelimelerin tevbede fazla önemi yoktur.; o , bir şuur hali , bir iç değişme , bir iç oluştur.

   Tevbe hazırlayıcı aşamalardan geçerek esas noktasına ulaşır ve ondan sonra kendisinden bekleneni vermeye başlar. Bu neticelerin en ileri meyvesi , Allah'ın kulun gönlünde ilham ve keşif olarak tecelli etmesidir. En günahkar kul bile tevbe yolunu izleyerek Allah'ın ilhamını alacak hale gelebilir. Hatta günahın büyük oluşu ondan dönenin tevbesindeki büyüklüğe esas teşkil ettiğinden , böyleleri tevbelerinden sonra çok ileri makamlara yükselirler. Nitekim büyük islam velilerinin bazıları hayatlarının başında büyük günahkârlardı. Bütün mesele bataklıkta kalmakta ısrar etmemektir. Böyle olursa , bataklığı denemiş olmak ileriki mücadelemizde orayı denemeyenlere göre çok daha başarılı kılacaktır bizi.

            TEVBENİN ZAMANI

   Tevbenin zamanı derken şunları kastederiz: İnsan, hayatının hangi devresine kadar tevbe edebilir ? Tevbenin yaşla, günahın çeşidiyle ilgisi var mı? Günahların çokluğu tevbe kapısını kapayacak bir yoğunluğa ulaşabilir mi?

   Hiç bir günah tevbe kapısını kapatacak yoğunluğa ulaşamaz. Tevbe kapısının kapanabileceğini kabul etmek , Allah'ın gazap ve azabının rahmet ve merhametinden fazla olduğunu kabule zorlar ki bunu söylemek kimsenin haddîne değildir.Nitekim bir hadisi kudside: "Rahmetim gazabımı geride bırakmıştır " buyuruluyor.Ayeti kerime ise aynen şöyledir:"Azabımı dilediğime isabet ettiririm.Rahmetime gelince o her şeyi çepeçevre kuşatmıştır.."(A'raf,156)

   Kul , günahı ne kadar çok , yaşı ne ölçüde ilerlemiş olursa olsun tevbe edebilir, kurtulabilir.Elverir ki âhiret âlemiyle yüz yüze gelmeden toparlanabilsin.Öteki âlemle yüzyüze gelip dünyadan alâkanın kesildiğini kesinlikle anladıktan sonra tevbenin anlamı kalmadığından , ölüm döşeğindeki tevbenin kabul edilmeyeceğini Kur'an-ı Kerim açıkça beyan etmiştir. Buna İslam geleneğinde Firavun tevbesi denmiştir ki , kabul edilmesi tevbenin hikmetine aykırıdır. Bilindiği gibi Firavun nehir suları üstüne çullanınca yani ölümle yüz yüze geldiği anda " Musa'nın Rabbine inandım" demişti. (bk.Kur'an.Yunus 90-91)

   Firavun uğrunda geçirilmiş bir ömür , son nefeslerde , Musa 'yı memnun edecek bir ömür haline getirilebilseydi , iman ve hak mücadelesinin hiç bir anlamı kalmazdı. Bununla birlikte , bazı İslam büyükleri , özellikle İnb Arabî ve izleyicileri , Firavun 'un tevbesinin de kabul edildiğini savunurlar.Çünkü Firavun : " İnandım" demiştir. Ve Allah'ın ululuğu buna ret cevabı verdirmez. Bu olaya değinen ayette Allah Firavun'a : "Şimdi mi? Bundan önce isyan etmiştin " diye cevap veriyor. Bu , onun tevbesini kabul etmemek anlamına değil , onu azarlamak anlamınadır. İbn Arabî ve bağlılarının bu anlayışı gerçekten tartışmaya değer.

   Buradan iki sonuç elde ediyoruz:

   1. Ölüm anına kadar tevbe etmek mümkündür.

   2. Ölüm döşeğinde , yani son nefesleri vermek üzereyken yapılan tevbe , rezilliklerle geçmiş bir ömrü temizlemez. Ölüm zamanı , yani ecel ile mücadele safhası bu noktada esastır. O halde ölümden bir süre önce yapılan tevbeler makbuldür. Fakat ölümün bizi nerede , hangi gün yakalayacağı asla bilinemeyeceğinden , bize düşen bir an önce tevbeye sarılmaktır.

   Günahların türü açısından baktığımızda durum şudur: Kur'an'ın açık beyanlarına göre tevbenin silmeyeceği hiçbir günah yoktur; şirk de buna dahildir. Nitekim İslam'ın çekirdek ve örnek nesli sahabilerin tamamına yakını şirkden tevbe etmiş iman erleridir.

   Tam bu noktada , Kur'an'a fatura edilen , esasında ise Kur'an'ın mesajını yozlaştıran bir hurafeyi düzeltmek gerekir. Bazılarına göre , tevbe şirk dışındaki günahları siler. Şirkin tevbesi yoktur. Bunlar bu yalnış anlayışı desteklemek için Nisa suresinin iki yerde geçen şu ayetini öne sürerler:"Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez.Bunun dışındakileri ise dilediği kişiden affeder" (Nisa,48,116)

   Bu ayeti , kendi çarpıtma ve zorlamalarımızı katmayarak değerlendirdiğimizde , anlam açıktır : Allah şirki affetmez.Şirk dışında kalan günahları ise dilediği kulundan affeder.

   Bu affın tevbe ile ilgisi yoktur. Ayet tevbeden bahsetmiyor, tevbe söz konusu olmadan durum değerlendirmesi yapıyor. Aksini düşünür , tevbenin şirki affettirmeyeceğini söylersek putperest bir insanın İslam'a girmesini - ki bu da bir tevbedir-kabul etmememiz gerekir, böyle bir şeyse İslam'ın ve aklın kabul edeceği cinsten değildir.

   Kısacası, bu ayetin tevbe ile hiçbir ilgisi yoktur.Allah tevbe etmeden bu âlemi terk edenlerin müşrik olmayanlarını dilerse bağışlar. Şirk içinde ölenlerse ilahi aftan yararlanamaz , doğrudan cehenneme giderler.

   Kul Hakkı Denen Zehir:

   Tevbe hakkında buraya kadar söylediklerimiz kul hakkı dışındaki günahlar için geçerlidir. Yani Allah'a karşı olan borçlarımız için mana ifade eder. Kulların, üzerimize geçmiş hakları (hukuk-i ibad) varsa onların tevbelerinin tek şartı o hakları sahiplerine ödemek ve onlardan helallik almaktır. Hak, sahibine ödenip helâllık alınınca , borçdan kurtulmuş oluruz. Bu gibi hakların vücut verdiği günahlara , deyim yerindeyse , Allah karışmıyor. Manevi rütbemiz ne ölçüde yüksek olursa olsun , kulların bizdeki haklarını Allah bize bağışlamayacaktır. O hesabı , hak sahibiyle aramızda halledeceğiz. Dolayısıyla , ömür boyu tevbe istiğfar etsek dahi , hiç kimsenin bir kuruş hakkını bağışlatamayız. Onu, sahibine ödemekten gayrı çıkar yol yoktur.Kul hakları içinde en korkunç olanları kamu haklarıdır.Çünkü bunların sahiplerini fert olarak tayin mümkün değildir ki ödeyip kurtulalım. Kamu hakkı (hukuk-i âmme) bizi bütün bir millete , milyonlara birden borçlu hale getirir. Bu yüzden İslam bilginleri kamu hakkı yiyenlerin felah bulmayacağı kanaatini taşımaktadırlar.

   Kul haklarının bir özelliği de cezalarının dünyada başlaması ve yalnız işleyeni değil bütün kitleyi etkisi altına almasıdır. Prensip şöyle konmuştur:" Kul hakkı evlâda , gelecek nesillere sirayet eder. " Âmme hakları bakımından bu netice çok daha yıkıcıdır. Bir velinin şöyle dediğini defalarca dinlemişimdir: " Vakfın çivisini söken mahvolur." Kamu hakkı altına girmenin en çok başvurulan yolu vergi kaçakçılığıdır. Zekat vermemek de bu cümledendir. Bunlar kamu hakkı yemenin pasif yollarıdır. Aktif yollara gelince bunlar da birinin elindekini , yahut devlet mallarını çeşitli yollarla mülkiyet veya tasarrufuna geçirmektir.

   Kul hakkı bazen mala , eşyaya ilişkin olmayabilir. Sövme, kötü söz, alay, kalp kırma birer kul hakkı konusudur. Bunlardan kurtulmak için de tevbe etmek yetmez. Bunlar evvelâ kul hakkı , ikinci olarak ve aynı zamanda Allah hakkıdır. O halde böyle haklar altında olanlar önce ilgiliden helâllık alacak, sonra da Allah'a tevbe edeceklerdir. Bu iki şarttan birinin eksikliği , kurtuluşu engeller.

     Tevbenin şartları:

   Eğer tevbe , bir günah için yapılacaksa , şartları şöyledir:

   1. Kötü davranışlar için şiddetli bir pişmanlık duymak .

   2. Esas günaha götüren küçük sürçmeleri terk etmek.

   3. Eski günahlara kesinlikle avdet etmemek.Bu şartların ilki tevbenin pasif yönünü , ikincisi ve üçüncüsü de aktif yönünü ifade eder.Zünnun el-Mısrî (245/859) şöyle diyor: " Gerçek tevbe öyledir ki yeryüzü sana dar gelir ve sende sükûn ve karar kalmaz. Daha sonra bizzat kendi benliğin seni sıkıştırır, bunaltır. Ve nihayet Allah'a yönelirsin. "Bu gerçek Kur'an-ı Kerim'in şu ayetinde özetlenmiştir: "Geri bırakılan üç kişinin tevbelerini de kabul etti.Yeryüzü bunca genişliğine rağmen , onlara dar gelmiş , vicdanları kendilerini sıktıkça sıkmıştır. Nihayet Allah'tan yalnız Allah'a sığınılabileceği anladılar.Sonra Allah onları eski saflıklarına dönsünler diye tevbeye muvaffak etti. Şüphesiz ki, tevbeyi en çok kabul eden , O, hakkıyla esirgeyen , yine O'dur." (tevbe, 118)

   Yukarıda zikrettiğimiz Firavun tevbesi gibi olmamak şartıyla bütün tevbeler kabul edilir. Bu keyfiyet Allah'ın yüceliğinin bir icabı gibidir.Ulûhiyyet (Allah'lık) bir mânada kulu bağışlayıcı güç demektir. Çünkü tevbe , en yüce olanın kapısına dayanmaktır. Onun reddetmesi mahvolmamız demektir. Ve O bizim mahvımızı istemez , bize bizden çok acır. Kur'an ve hadis bu nokta üzerinde ısrarla duruyor.
(Nisa, 110; Şuara, 81-82)

   Cenâb- Hakk tevbeleri kabul edeceğini belirtirken kendisini "Tevvab" olarak nitelendiriyor. Tevvab, tevbeyi çok kabul eden mânasına gelir.Türk müfessiri Muhammed Hamdi Yazır bu noktada şöyle diyor:

   Tevbe ile affolunamayacak bir günah düşünülemez. En büyük günah şirktir , Allah onu da tevbe ile affediyor.Kur'an-ı Kerim'deki : " Şüphesiz ki Allah, kendisine eş tanınmasının günahını bağışlamaz. Ondan başkasını , dileyeceği kimse için yargılar " âyeti tevbe etmeyenler hakkındadır.(Yazır,Tefsir,6/4477)

   Hadislere bakacak olursak ilahî rahmetin akıl almaz biçimde ve Hz.Peygamber'in diliyle sergilendiğini görürüz. Bunların hepsini burada vermek mümkün değildir. Bir kaç örnekle yetineceğiz : "Allah buyurmuştur:

   " Ey Âdemoğlu , sen bana dua edip benden ricada bulununca , içinde bulunduğun günahını bağışlarım ve bu benim için hiçbir şey değildir. Ey Âdemoğlu , günahın gök dolusu olsa da sen benden affını dilesen , yine seni bağışlarım ve bu bence hiç de mesele değildir. Ey Âdemoğlu , dünya dolusu hatan olsa da , bana şirk koşmamış olarak benim huzuruma gelsen , şüphen olmasın ki , seni dünya dolusu mağfiretle karşılarım."

   "Allah yüz rahmet yaratmış , bunun bir tanesini mahlûklarının içine atmıştır. İşte mahlûklar bu bir tek rahmetle birbirlerine merhamet ediyorlar. Öteki doksan dokuz rahmet ise Allah'ın katındadır."

   "Günaha batmış olanlar , Allah'ın nezdindeki merhametin büyüklüğünü bilselerdi hiçbiri cennetten ümidini kesmezdi."

   "Allah, mahlûkları yarattığı anda bizzat kendi kendisi için şöyle yazmıştır: " Rahmetim , gazabımı örtecektir."

Alıntı    :
Yaşar Nuri Öztürk / Kendi dilinden Hz.Muhammed
                              / İslamda Büyük Günahlar 

Amenerrasulü Okunuşu

Bismillahirrahmânirrahîm.

     Amenerrasulü bima ünzile ileyhi mirrabbihi vel mü’minun, küllün amene billahi vemelaiketihi ve kütübihi ve rusülih, la nüferriku beyne ehadin min rusülih, ve kalu semi’na ve ata’na gufraneke rabbena ve ileykelmesir.
     La yükellifullahü nefsenilla vüs’aha, leha ma kesebet ve aleyha mektesebet, rabbena latüahızna innesiyna ev ahta’na, rabbena vela tahmil aleyna ısran kema hameltehü alelleziyne min gablina, rabbena vela tühammilna, mala takatelena bih, va’fü anna, vağfirlena, verhamna, ente mevlana fensurna alel gavmil kafiriyn.

MANASI

Resul, Rabbinden kendisine indirilene inanmıştır; müminler de. Hepsi; Allah'a, onun meleklerine, kitaplarına, resullerine inanmışlardır. Allah'ın resullerinden hiçbirini ötekinden ayırmayız. Şöyle demişlerdi: "Dinledik, boyun eğdik. Affet bizi, ey Rabbimiz. Dönüş yalnız sanadır."

Allah, kimseye gücünün üstünde bir şey teklif etmez. Herkesin kazandığı iyilik kendi yararına, kötülük de kendi zararınadır. "Rabbimiz, unutur, ya da yanılırsak bizi sorumlu tutma! Rabbimiz, bize, bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Rabbimiz, bize gücümüzün yetmediği şeyleri yükleme! Bizi affet, bizi bağışla, bize acı! Sen bizim mevlamız(sahibimiz, efendimiz)sin! kafirler toplumuna karşı bize yardım eyle!"


Ayetel kürsü

Allahû la ilahe illa hûvel hayyûl kayyum, la te'huzûhu sinetûv vela nevm, lehu ma fis semavati ve ma fil ard, men zellezi yeşfeu indehu illa bi iznih, ya'lemû ma beyne eydihim ve ma halfehûm, ve la yûhıytune bi şey'im min ilmihi illa bi ma şa', vesia kûrsiyyûhûs semavati vel ard, ve la yeudûhu hıfzuhûma ve hûvel aliyyûl azim.

MANASI

Allah'tan başka ilah yok. Hayy'dır O, sürekli diridir; Kayyûm'dur O, kudretin kaynağıdır. Ne gaflet yaklaşır O'na ne kendinden geçme ne de uyku. Göklerde ne var, yerde ne varsa yalnız O'nundur. O'nun huzurunda, bizzat O'nun izni olmadıkça, kim şefaat edebilir! O, insanların önden gönderdiklerini de bilir, arkada bıraktıklarını da!... İnsanlar O'nun bilgisinden, bizzat kendisinin dilediği dışında, hiçbir şeyi kavrayıp kuşatamazlar. O'nun kürsüsü, gökleri ve yeri çepeçevre kuşatmıştır. Göklerin ve yerin korunması O'na hiç de zor gelmez. Aliyy'dir O, yüceliği sınırsızdır; Azim'dir O, büyüklüğü sınırsızdır.

3.

Hüvallahüllezi Okunuşu
Bismillahirrahmânirrahîm.
22- Hüvallâhüllezi lâ ilâhe illâ hû. 'Âlimü'l-ğaybi veş-şehâdeh. Hüver-rahmânür-rahîm.
23- Hüvallâhüllezî lâ ilâhe illâ hû. El-melikül-kuddûsüs-selâmül-mü'minül-müheyminül-'azîzül-cebbârul-mütekebbir. Sübhânellâhi 'ammâ yüşrikûn.
24- Hüvallâhül-hâlikul-bâriül-müsavviru lehül-esmâülhüsnâ. Yüsebbihu lehü mâ fis-semâvâti vel-ard. Ve hüvel-'azîzül-hakîm.

Hüvallahüllezi Anlamı
Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın ismiyle.
22- O öyle Allah ki ondan başka Tanrı yok gaybı da bilir şehadeti de, O Rahmân'dır, Rahîm'dir.
23- O öyle Allah ki ondan başka tapılacak yok, öyle melik (Padişah) ki kuddus, selam, iman ve emniyyet veren mü'min, gözeten koruyan müheymin, Azîz, Cebbar, mütekebbir, tenzih o Allah'a muşriklerin şirkinden.
24- O öyle Allah ki Halık, Barî, Müsavvir O, en güzel isimler (Esma-i hüsnâ) onun, bütün göklerdeki ve yerdeki ona tesbih eder, O öyle Aziz öyle hakîmdir.

4.

“Rabbic’alni mukimessalati ve min zürriyeti. Rabbena ve tekabbel dua. Rabbenağfirli veli valideyye velil muminine yevme yekumul hisab.”

Meali:

"Rabbim! Beni, namazı/duayı yerine getiren bir insan yap. Soyumdan bir kısmını da. Rabbimiz, duamı kabul et!"


5. 



























































 
  23024 ziyaretçi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol