Güzellikleri Paylasalim
  ana sayfadaki hadislerin aciklamasi
 

Ana sayfadaki hadislerin açıklaması

116- Bana salât ve selâm getirin.Çünkü bu sizin temizlenip arınmanıza bir vesiledir.

                                       Açıklama

     Salât ve selamın şekline gelince : Gerekli ve yeterli olan şudur: Allahümme salli ala Muhammedin ve alâ âli Muhammed".Yani  : "Allah'ım ! Muhammed Efendimiz'e ve O'nun Ehlibeytine salât ve selâm et." Her insan buna dilediği ilaveleri yapabilir....
     Hz. Peygamber'e salâtü selâm getirmenin vücubu (dinen gerekliliği ) tartışmalıdır.
     Bu konuyu İbnül Kayyım el-Cevziyye'nin Hz.Peygamber'e salâtü selamı inceleyen eserinden özetleyelim :

     "Müslüman bilginler , Hz.Resul'e salâtü selâmın meşruiyeti üzerine ittifak, vücubu üzerinde ihtilaf etmişlerdir. Bir kısmına göre , Hz.Peygamber'e salâtü selam vacip değildir. Bunun aksini söyleyenler icmaa aykırı hareket ederler. Tahavî, Kadı Iyaz, Hattabî gibi fakih-bilginler bu görüştedir.
   İmam Şafii, salâtü selâmın namazda vacip olduğunu savunur. Şafii bu görüşünde yalnızdır. Fukahanın genel kainatı ise namazda böyle bir vucubun olmadığı merkezindedir.
     İbnül kayyım , böyle bir vücubun söz konusu olmıyacağını ashap, tabiûn ve sonrakilerin beyanlarıyla desteklemektedir. Nihayet şu sonuca varıyor: "Şu bir gerçek ki , selef (ashap ve tabiûn ) Allah Resûlü'nün her anılışında ona salatü selam getirmiyorlardı. Onların hitabı
"ey  Allah'ın Resulü" şeklindeydi. Esasen eğer böyle bir vücup olsaydı, Hz.Peygamber bunu açıkça bildirirdi. Salatü selam namaz içinde vacip olmadığına göre , namaz dışında vacip olması asla düşünülemez. "
     İbnül Kayyım, gerek namaz içinde, gerekse namaz dışında salâtü selâmın sadece müstehap ( sevilen, hoşgörülen) bir davranış olduğu sonucuna varıyor. (5)
   Salâtü selamda , Hz. Peygamber'in Ehlibeytini anmanın gerekliliği ise tartışılamaz.
     Bizim salatü selam bahsindeki görüşümüz şöyle özetlenebilir. Fıkıhsal açıdan durumu ne olursa olsun , Hz.Peygamber'e salâtü selâmın erdirici ve yüceltici rolü inkar edilemez. En azından ömürde bir kez salât ve selâm Kuran'ın emridir.(6)Bütün mesele salâtü selâmı bir sayı ve kemiyet işi görmemek , özellikle riyakarlığa alet etmemektir. Gerçek mümin bunu , içten, samimi ve şuurlu olarak yapmalı ve sonucu sayıdan değil aşk ve şuurdan beklemelidir.
     Şuna da dikkat çekelim ki , Hz.Peygamber'e salâtü selam bir yazma işi değil, kelam ve telaffuz işidir. Onun adının yazıldığı yere salatü selam ifade eden ibareler eklemek , hele bir takım semboller , kısaltmalar kullanmak , hokkabazlık veya gaflettir. İbnül Kayyım , adı geçen eserinde bu konuyu genişçe incelemiş ve şu sonuca varmıştır: Hz. Peygamber'in adının yazılması halinde , bir salat ve selam ifadesi eklemenin değerine ilişkin beyan , hadis diye sunulmuş uydurma bir sözdür. (7)
   Allah Elçisinin adı anıldığında , yukarıda verilen ölçüler dahilinde salatü selam getirilir , hepsi bu... Şunu da unutmamak gerekir ki , bu salatü selam Peygamberimizin özel adı olan Muhammed'in anılışı halindedir. Diğer ünvan ve sıfatlarla anılmasında böyle bir mecburiyet sözkonusu değildir.
    Tasavvuf ehlinin birzikir ve yücelme yolu olarak özel vird halinde salâtü selâma devam etmelerini , burada anlattıklarımızın dışında tutmak gerekir. Biz konunun , din yönünden bağlayıcı noktalarını tetkik ediyoruz. Kendini ruhun engin fezasında yükselmeye adamış bir insan , çok özel eriş yolları deneyebilir. Bu anlamda bir mürid için mürşidi , mesela Allah'ın el-Kahhar ismini vird olarak seçmiş olabilir ve mürid bunu hergün yüzlerce , hatta binlerce kez tekrarlayabilir. Bununbir anlamı ve yeri vardır, ama yalnız o kişi için ... Bizim anlattığımız konunun genellik ve mecburiyet ifade eden yanıdır.
     Kısacası, salâtü selamın , bir yüceliş yolu ve metodu olarak seçilmesiyle , bütün ümmete hitabeden asgari müşterek yanını birbirinden ayırmak gerekir. Bunu yapmayanlar , ya salâtü selâmı inkara , yahut da bütün halkı , salâtü selâm adı altında tasavvufî virdlere zorlarlar ki ikisi de yalnıştır.

4 İbn Hanbel, 3/26.
5  bk.İbnül Kayyım ; Celâul Efham, 251-305.
    Ayrıca bk.Kadı Iyaz, 2/625-632

6 bk.Ahzab suresi 56
7 bk. İbnül Kayyım; Celâul Efham, 90,313-314

Yaşar Nuri Öztürk 
 Kendi Dilinden Hz. Muhammed

                           --------------------------------

 35."Siz;fırka fırka,parça parça idiniz;Allah benim sayemde sizi bir ülfetle kaynaştırıp birleştirdi." (117)


                               AÇIKLAMA

     Bu hadisi, yukarıda verdiğimiz ülfetle ilgili ayetlerle birlikle düşünürsek , Kur'an ve Hz.Peygamber'in , ülfeti en yüce değerlerden biri olarak gördüklerini rahatlıkla  söyleyebiliriz.
     Hadis , ülfetin zıddını tefrika veya fırkalaşmak olarak gösteriyor.
   Ülfet ne kadar erdirici ve mutlu edici ise , tefrika da o kadar yıkıcı ve bedbaht kılıcıdır. Kur'an'ın ruhunda tevhid yattığına göre tefrika veya fırkacılık , Kur'an'a ve Hz. Muhammed'e ihanet olarak nitelendirilebilir. 
     Arap dilinde fırka, aynı zamanda parti demektir. Demokrasiye geçmiş Müslüman ülkelerde particilik meselesinin çok hassas bir konu halinde ele alınması gerekir. Eğer bu , bir hizmet ve değer üretme yarışı olmaktan çıkarılıp bir horlama ve dışlama bahanesi haline getirilirse , bir başka deyimle kaynaşma ve kucaklaşmayı hançerleme aracı yapılırsa Kur'an açısından bunun adı zulüm ve putperestlik olur. 
      Esasen , yaradılış düzeninde demokrasi yok , seleksiyon vardır. Ancak , insanoğlu bu düzeni ihtirasları uğruna korkunç bir zulüm aleti yaptığından demokrasi kaçınılmaz oluyor. Yani demokrasi ideal ve gaye değil ,daha kötüden kaçmanın bir yoludur. O halde Kur'an'ın insanı bu yolu kullanırken çok dikkatli olmak ve esas hüküm sahibi olan Allah'ı dışlamamak titizliğini göstermelidir. Aksi halde , daha iyiyi arama bahanesiyle , biraz daha legalleştirilmiş zulüm ve düşmanlık insan hayatını boğar. Günümüz demokrasilerinde yapılan da büyük ölçüde bu değil midir ?
     Kur'an ve Hz.Resul , ülfeti zedeleyen hiçbir düşünce ve davranışa , gerekçesi ne olursa olsun onay vermemektedir. İslam'ın kelime anlamını kurcalamak da bu sistemin temelinde ülfetin yeraldığını gösteriyor.
      İslam kelimesi , silm ve selam köklerinden türemiştir. Bunların ikisi de barış , huzur , mutluluk ve esenlik demektir. İslam işte bu değerleri elde etmek için Allah'a yani yaratıcı kudrete teslimiyettir. 
     Kur'an 'daki salah ve sulh kavramı da ülfetle doğrudan irtibatlıdır. Bu köklerden  türeyen salih sıfatı , Kur'an'a göre hem müminin hem de amelin , yani hareket ve davranışın sifatıdır. Salah ve sulh bozgundan uzaklık, barış ve huzur anlamına geldiğine göre , müminin bütün iş ve düşüncesinin barış , huzur ve güven sağlamaya yönelik olması gerektiğini söyleyebiliriz.
     Salah ve sulh , ülfetin evrensel boyutta , makro planda tecellisini amaçlayan ve gösteren kur'ansal kavramlardır.118

118  Bu konuda bk. Öztürk;Din ve fıtrat,6.bölüm

Alıntı  : Yaşar Nuri Öztürk
              Kendi dilinden Hz. Muhammed           

                    ---------------------------------------------

27. " Namazımı evimde kılmak, mescitte kılmaktan bana daha sevimlidir.Ancak farz namazlar müstesnadır.(98)

                    AÇIKLAMA

   Bu hadis , bir sahabinin " namazlarımı evde mi kılayım, mescitte mi ? sorusuna Hz.peygamber'in cevabıdır. Hz.Peygamber soruyu soran sahabiye : "Benim evimin mescide ne kadar yakın olduğunu görüyorsun " diyerek söze başlamış ve yukarıki hadisle sözünü bitirmiştir.

     Burada bizim için önemli olan husus , farzlar dışındaki namazların cami dışında kılınmalarının sünnet olduğudur. Biz gerek 400 soruda İslam, gerekse Din ve Fıtrat adlı etüdlerimizde bunu anlattık. (99) Bazı kişiler ve çevreler , bilmeden veya kötü niyetle bizi sünnet namazları inkar gibi bir ithama maruz bıraktılar. Herkes yaptığı itham veya iftiranın hesabını Allah'a verir.

     Bizim yapmak istediğimiz , sünnetleri inkar değil , tam aksine , Muhammedî sünnete uygunluğu sağlamak gibi bir gayrettir. Hz.Peygamber'e sevimli görünme adı altında onun tavır ve talimatının tersine iş görenlerin neyin peşinde olduklarını anlamak mümkün değildir. Ne yazık ki, daha Peygamberimiz zamanında vahyin tebliğcisi olan zata bile gayretkeşlik taslayan , takva dersi vermeye kalkan tipler olmuştur. Bunlar adeta Hz.Peygamber'e dindarlık dersi verme havasına bürünmüşlerdir. Buna ilişkin örnekler , bizim bütün eserlerimizde , özellikle bu kitabımızda vardır. Konumuz olan namazla ilgili bir örneği burada alıyorum. Kütübi Sitte'den Ebu Davud'un vitir bahsinde (bk.Cilt:2,s:69)"Nafile Namazları Evde Kılmanın Fazileti " başlığıyla açtığı babda anlattığı olay şudur. Hz.Peygamber Medine mescidinin bitişiğinde ikamet etmeye başladığında halk o'nun kıldığı revatip namazlara iştirak etmek istedi. Tanrı elçisi buna birkaç kez müsade etti.Bu hal âdet halini almaya başlamıştı. Öyle ki , bir keresinde Hz.Peygamber'i kendileriyle nafile namaz kılmaya davet ediyorlardı.

     Hz.Peygamber seslere aldırmayınca , sopalarla kapısını dövmeye başladılar.Bunun üzerine kapıyı açan Cenabı Resul, öfkeli bir biçimde şöyle konuştu."Ey insanlar, sizinle bir süre farz olmayan namazları da cemaat halinde kıldım. Ancak bu, bir nevi, farz halinde anlaşılmaya başlandı.Artık namazlarınızın farz olmayan kısımlarını evlerinizde kılın , en hayırlısı budur."

     İşte bizim yaptığımız Hz.Resul'ün bu buyruğuna sadakatle uymaya davettir. Biz bunu yaparken , Allah elçisinin kapısını hâlâ " dışarı gel" edasıyla sopalamaya devam eden bedbahtlar vardır. Bu bedbahtlıklarını , masum halka , fazilet , sünnete bağlılık diye satmaya kalkmaları ise kelimelerle anlatılamayacak bir nasipsizliktir.

     Sünnetler camide kılındığında , farz namazlar mertebesine çıkarılıyor. ve ilmihal kitapları sünnetleri de kulluk borcu olan farzlara ekliyerek vakit namazlarını iki- üç katına yükseltiyor. Buna kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Sünnetlerin insan ruhunu yüceltici kıymeti anlatılır , ancak farzlarla farklarına mutlaka dikkat çekilir. Böylece, bugünki hayatın keşmekeşi ve zorluğu içinde sadece farzları kılabilecek durumda olan insanlar " ya hep, ya hiç " gibi bir seçimle yüz yüze bırakılmamış olurlar. Bunu yolu da , sünnet namazların ki bunların fıkıhtaki adı tatavvu , nevâfil veya revâtiptir-cami dışında kılınmalarının daha makbul ve Hz.Peygamber'in sünnetine daha uygun olduğunun açıkça söylenmesidir.

     Allah'ın ve Resulünün tavrına ters bir tutumu , Allah Elçisi'nin sünnetine uygunluk diye empoze etmeye kalkmaktan Allah'a sığınırız.Ve böyle yapmayanları sünneti reddetmekle itham edenleri de Allah'a ve Resulullah'a havale ederiz.

 98  İM.salat;T.Şemail,142

 99   bk.500 soruda İslam,79-82;Din ve Fıtrat namaz bahsi

Kendi dilinden Hz. Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

                     ---------------------------------------------

25."Ben kimin efendisi isem, Ali de onun efendisidir."94

                              
                               AÇIKLAMA

   Bu hadis Hz.Ali'nin , Allah Resulü katındaki yerini ve değerini gösteren ve üzerinde en çok sözü edilen hadislerden biridir. Hz.Peygamber bu hadisiyle Hz.Ali'nin kendisini temsil bakımından bir numaralı kişi olduğunu vurgulamış bulunuyor.

   Burada akla şu soru gelmektedir : Hz.Peygamber bu sözüyle Ali'nin halifeliğini mi kastetmiştir? Şu anlamda evet: Tanrı elçisi Ali'nin kendinden sonra ümmetin madde ve ruh yönetiminde en yetkili kişi olduğunu biliyor ve ümmetine Ali'yi bu makama getirmelerini öneriyordu. Fakat O, Kur'an'ın ruhuna ters sonuçlar doğuracak bir gelişmeye hukuksal dayanak sağlamaktan kaçınıyordu. Bir başka ifadeyle , Hz.Peygamber Ali'yi "benden sonra yöneticiniz , halifeniz odur diye resmen atamış olsaydı , hilafet Hz.Ali soyunun tekelinde kalır ve İslamiyet bir hanedan dinine dönüşürdü. Böyle bir şeyin Tanrısal dinin ve onun ana kaynağı olan Kur'an'ın ruhuna aykırı olduğu kuşkusuzdur ve elbetteki peygamberimiz bunu herkesten iyi bilmekteydi.,

   Fakat Ali , sahabe içinde, ümmetin başına geçmeye , madde ve ruh ölçüleriyle en yetkili kişiydi. Hz.Peygamber hem bu yetkilinin ümmetin başına geçmesini sağlamak , hem de bir hanedan geleneğine zemin hazırlamamak için , az önce işaret ettiğimiz yolu seçmiştir. Ümmete şunu demek istemiştir: Ali , sizi yönetmeye layık en seçkin kişidir.Fakat, ben onu resmen halife atarsam ondan sonra sizin seçimle halife belirlemeniz imkan dışına çıkar.Ali'nin seçkinliğini ve eşsizliğini gözardı etmeyerek onu halifeliğe seçin. Böylece hem Kur'an'ın şûra ve cumhuriyet prensibine uymuş , hem de yönetiminizi en yetkili kişiye vermiş olursunuz.

   Ne yazık ki , Muhammed ümmeti Peygamberinin bu mucize direktifine uyma başarısını gösterememiştir. Fakat, bu sonuç, bütün sıkıntılara rağmen Kur'an dininin hanedanlık sistemi haline gelmesinden iyidir.

94 Hadis ve izahı için bk. el-Kaarî,1/511.

Kendi Dilinden Hz. Muhammed

Yaşar Nuri Öztürk

                           ---------------------------------------

  46. " Ben sizin Allah'ı en iyi bileniniz ve ondan en çok korkanınızım."(149)
   47."Benim bildiğimi bilseydiniz , hiç kuşkusuz çok az güler ve çok fazla ağlardınız."(150)


                      AÇIKLAMA

   Daha iyi gören , daha çok bilir ve duyar ve daha çok bilip duyan daha çok düşünür.
   Düşünmek , yeni doğuşların sancılarına sürekli maruz kalmaktır. Yaratıcılık ve hürriyet riskidir bu.Bu risk doğurur ıstırabı ve yüceliği , bu risk yaratır yeni doğuşların rüyalarına... Türk şiirinin ölmez ustalarından biri olan Yahya Kemal Beyatlı bu gerçeği evrensel bir ifadeye büründürürken şöyle diyor :

"Yalnız duyan yaşar"sözü derler ki doğrudur ;
"Yalnız duyan çeker"derim en doğru söz budur.
     
149 T.Şemail, 151
150 Tecrid Tercümesi, 11/114.
Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed
   
                       ------------------------------------------------

55. "Ben dayanıp yaslanarak yemek yemem ." 170
   
                AÇIKLAMA

   Hemen tüm hadis kaynaklarının et'ıma (yemek yemek)
bahislerinde yeralan bu hadisi biz , Tirmizi'nin Şemail'indeki şekliyle verdik.
   Bir şeye dayanarak veya bir yere yaslanarak yemek yemek bir şımarıklık ve karşısındakileri küçük görme belirtisidir. Böyle bir ciddiyetsizlik Allah Elçisi'nin yüce ahlakıyla asla bağdaşmaz. 
   İnsanlardan farklı olmayı bir gerilik ve ruhsal çöküntü sayan Allah Elçisi insanları küçük görücü , ezici, horlayıcı tavırlara nasıl girerdi. Böyle bir ihtimali akla getiren tavırlar bile O'nun dünyasında yoktur. Sahabileri bize haber veriyorlar ki , " O, dizini , birlikte oturduğu kişinin dizinden daha fazla uzatmazdı. Tokalaştığı insan elini çekmedikçe o çekmez, konuştuğu kişi sırtını dönmedikçe o dönmezdi. Topluluk içinde uzandığı, yan yattığı. ayaklarını uzattığı görülmemiştir." 171

170 T.Şemail, 72
171 İS.1/378-380

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz. Muhammed

                            -----------------------------------------------

 31."Hiç bir insanı ,ibadeti cennete koyamaz.Allah'ın lütuf ve merhameti bürümedikçe beni bile ibadetlerim cennete götüremez. O halde ibadetleriniz de aşırılıktan sakınınız ve Allah'a (Onun lütfuna sığınarak) yaklaşınız.

                                        AÇIKLAMA
   
   Ebedi hayatı kazanma ibadetlerle değil , Allah'ın lütuf ve merhametiyle olacaktır. İbadetler , yararları daha çok insana dönük faaliyetlerdir.   Onlar elbetteki insanın zihin ve düşüncesini Allah'ı düşünür halde tutarak , insanın Allah'a doğru yücelmesine de hizmet ederler, ama bu onların dolaylı yararları arasındadır. Eğer nimetlerin ibadetler karşılığı olduğunu düşünürsek , insan ömrünün bütün ibadetleri mesela bir göz nimetinin karşılığı bile olamaz. Nerde kaldı ebedi hayat. Biz sahip bulunduğumuz nimetlerin karşılıklarını ibadetlerimizle ödeyebilir miyiz ki , diğer alemin nimetlerine sıra gelsin. O halde yapılacak şey emirlere , Allah'ın emri olduğu için uymak , fakat ebedi kurtuluşu ve eldeki bütün nimetleri Yaratıcı'nın bir armağanı bilmektir. 
   Dinler tarihi , günahkarların adi, zararlı , yaşamaması gereken yaratıklar olduğu yolunda gerçek din ve insanlıkla bağdaştırılması mümkün olmayan zalim bir kanaatin tarih boyunca hakim olduğunu bize göstermektedir. İslam tarihi , özellikle Hz.Peygamber'in hayatı ise , bu kanaatle en büyük savaşı veren düşüncenin  İslam düşüncesi olduğunu gözler önüne sermektedir. Bizzat İslam Peygamberi , günahın insanın tekamülünde ve seçkin bir varlık olarak yücelmesinde bir değer taşıdığını vurgulamıştır.
   
   Bir hadiste şöyle buyuruluyor:
   
   "Kişi , insanlar gözünde cennetlik işler sayılan davranışlarda bulunmasına rağmen , cehennemlik olabilir. Ve kişi , insanlar gözünde cehennemlik sayılan işler yapmasına rağmen , cennetlik olabilir." 107
   Bu hadis şerif, Hayber savaşı sırasında büyük yararlılıklar gösteren bir kişinin , sahabe tarafından övülmesi üzerine söylenmiş ve herkesi şaşıtmıştı. Fakat bir süre sonra , Peygamber beyanındaki mucize şöyle gerçekleşti : Bu çok övülen adam , aldığı yaranın acısına dayanamayıp kılıcını göğsüne sapladı ve canına kıydı. Yani intihar gibi , çok ağır bir günahı işlemiş oldu.   

107  B . Hayber gazası

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinde Hz. Muhammed

                          --------------------------------------------------------------------

    53."Yabancı halkların krallarına yaptıkları gibi , benim elimi öpmeyin.Ben kral değilim. Ben sadece sizden biriyim." 164

                              AÇIKLAMA 

   Allah elçisi'nin bu sözü , elini öpmek isteyenlere söylenmiştir. Elini geri çekmiş ve böyle söylemiştir. Ardından zembilini alıp yürümeye başladığında yanındakiler zembili elinden alıp taşımak istediler; onlara da şöyle buyurdu: "Bir şeyin sahibi o şeyi taşıma konusunda başkalarından daha sorumludur."

   Saygı, putlaştırmak suretiyle olursa mutsuzluk ve çöküş getirir. Mutluluk ve aydınlık getiren saygı , kaynaşma ve kucaklaşmaya zemin hazırlayan türdendir. Bu ikisini ayırmak için aldatmaz bir ölçü verilmiştir. Kendini başkalarından farklı görmemek , göstermemek. Sınıfsızlığın , kıyafet ve mesleğin üstünlük aracı olmaktan çıkarılışının özünde bu vardır. "Hiç bir şeyin bir başka şeye secde etmesi gerekmez "diyen Allah Resulü sevgi ve kaynaşma ile putlaştırma ve farklılaştırmayı çok ilginç bir biçimde ayırmıştır.

   Hadis kaynakları bu noktada bir olaydan bahsederler: Bir grup sahabi ile dolaşmakta oldukları bir sırada kovalanmakta olan bir deve ile karşılaştılar. Bazı gençler deveyi yakalamaya uğraşıyorlardı , ama bir türlü başarılı olamıyorlardı. Ürkek deve Hz.Resul'e doğru geldi ve tam önünde çökerek başını secde pozisyonuna getirdi. Hz.Peygamber gençlere neler olup bittiğini sordu. Gençler; "Bu deve pek işe yaramıyor, biz de onu yakalayıp keselim de eş-dost yesin diye kovalıyorduk."Allah Elçisi dedi ki; "Onu bana satın." Gençler: "Öyle şey olur mu, ey Tanrı elçisi , alın sizin olsun diye cevap verdiler. Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:"Madem onu bana verdiniz, ben onun , kendi eceliyle ölünceye değin güzelce bakılmasını istiyorum."

   İşin daha ilginç yanı bundan sonradır. Sahabiler dediler ki:"Ey Allah Elçisi , hayvanlar bile sana secde ederken biz neden etmeyelim?" Resul şöyle buyurdu: "Hiç kimsenin bir başkasına secde etmesi gerekmez. "165

   İnsanı putlaştırmaya giden tavır ve sözlerin hepsi reddedilmelidir ve Hz.Peygamber bunu bize öğretmiştir. Ancak insanı insan olarak yerinde tutmak şartıyla ilim,irfan, düşünce , hizmet ve yaratıcılığa saygıyı ifadeye koymak hayata olumlu katkılar getirir. Hz.Resul'ün yıkmak istediği insanın putlaştırılmasıdır. Saygı ve kucaklaşma değil. Bu ölçüyü korumak şartıyla , Cenabı Resul ellerini öptürmüştür.Hatta Ebû Davud'un edep bahsinde (bk.c:4,s.357) beyanına göre Hicret sırasında , Hz.Peygamber Medine'ye girerken halk onun ellerini ve ayaklarını öpmüştür.

   O halde , el öpme veya öptürme bir yozlaşma ve putlaştırmanın ürünü olabileceği gibi , bir kıymet bilme ve üstün değerlere saygının eseri de olabilir. Bunu insanın niyetine bakarak değerlendirmeliyiz. Unutulmaması gereken şudur: Eli öpülenler sonsuz ve ölümsüz değerleri temsil etmelidirler. İlim gibi, düşünce gibi, sanat gibi. 

164  Kadı Iyaz , 1/172
165  D.1/11

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz. Muhammed

                        -----------------------------------------


   56. " Ben , kendim için hoş görmediğim bir şeyi sizin için asla istemem. (172)

                                 AÇIKLAMA

   Bu hadis , Allah Resulü'nün , ahlakın en önemli prensiplerinden birini koyan bir davranışını formullendirmektedir. Kendin için istemediğini başkaları için de isteme. Bu prensibin imanla ilgisine işaret ederken de şöyle diyor Cenabı Resul: "Sizin hiç biriniz , kendi nefsi için sevip istediğini dostu için de sevip istemedikçe iman etmiş olamaz. " ( 173)  Aynı prensip , daha geniş bir çerçevede şu hadisle ifade edilmiştir: " Kendi nefsin için sevdiğin şeyi tüm insanlar için de sev ki , Müslüman olabilesin." (174)

   Açıkladığımız hadisin söyleniş sebebi (vürûd sebebi) şudur; Yemek yemekte oldukları bir sırada , Hz.Peygamber'in ,kuruyup pörsümüş hurmaları elinde biriktirdiği görüldü. Oradakilerden biri dedi ki :"Ya Resulallah , onları verin ben yiyeyim." Hz.Resul, bunun üzerine , açıklamakta olduğumuz sözü söyledi.

   Kendine reva görmediğini başkasına reva görmemek , Kur'an tarafından gündeme getirilmiş ve başkalarına bağışta bile korunması gereken bir prensip halinde altı çizilmiştir. Kur'an'ın insanı , başkalarına bağışladığı şeylerde bile en güzeli , en iyiyi verecek ve kendi hoşnutluğunun şartlarını, başkalarının hoşnut edilmesinde ölçü alacaktır. Prensip , ikili bir görünümle şu ayetlerde veriliyor: "Siz sevdiğiniz şeylerden verip bağışlamadıkça Allah'ın rızasına ve ölümsüz mutluluğa asla
ulaşamazsınız." (175)

   Ve:"Kendinizin , ancak tiksinerek veya göz yumarak alıcısı olabileceğiniz bayağı şeyleri "bağış"diye şuna -buna vermeye kalkışmayın."(176)

 172 İS. 1/393
 173 B.iman, 7; M.iman, 71,T.Kıyamet,59
 174 İM.Zühd,24
 175 Âli İmran, 92
  176 Bakara, 267. 

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi dilinden Hz.Muhammed


                         -------------------------------------

36. "Şu bir gerçek ki ben sizin için çocuğun yanındaki babası gibiyim; sizi eğitir, öğretirim." 119

AÇIKLAMA

   Varlık olarak ilk nur ve peygamber olarak son zuhur olduğunu daha önce gördüğümüz Son Resul , bütün kainatı birer zerre , birer hücre halinde benliğinin engin ve sınırsız fezasında barındırmakta ve bu haliyle o , yaratıkların tümünü temsil etmektedir. Ona , işte bu yüzden , "Rûh-i Âzam" yani en büyük ruh denmiştir. Bursevi İsmail Hakkı'nın dediği gibi : "Ruh'i Azam birdir ki, ruh-i Muhammeddir."(120) O, bütün varlıkların en güzel ve en iyiye örnek olacak özünün kaynağı ve atasıdır. Hepimiz onun rahmet ve şefkat kucağında , besleyici ve koruyucu nefesinin etkisini az veya çok duymalıyız. Bunu duymayanlar varsa bundan farkında olmadan yine de yararlanmakta olduklarını bilmelidirler.

   Son Peygamber , insanla ilişkisini baba - evlat ilişkisi olarak göstermektedir. Bundan çıkarılacak sonuçlar şunlar olabilir:

   1.O, hep veren fakat hiç istemeyen eldir.

   2. O, hep seven , fakat asla karşılık beklemeyen gönüldür.

   3. O, bazen inciten, fakat biz farketmesek de bizim iyiliğimiz için incitendir.

   4. O, zaman zaman bizim saygısızlığımıza , hatta kötülüklerimize muhatap olan ve fakat bize asla ve asla kızmayan, küsmeyendir.

   5. O, nankörlük ve saygısızlıklarımız yüzünden bazen bunalıp bizi azarlamaya , tokatlamaya hazırlanan , fakat yüzümüze bakar bakmaz , ondan bir parça olduğumuzu derhal hatırlayan ve gözleri yaşlarla dolarak küskünlüğünü unutan ve yine bize sarılandır.

   6. O, gösterdiği yoldan sapmamıza rağmen , iyilik ve güzellik adına birşey yaptığımızda sevinen , kötü şeyler yaptığımızda üzülendir.

   Bir baba ile evlat arasında , kainat kanunlarının kurduğu ilişki düzeninde bunlardan başka ne görebiliriz? "Çok şey 
görebiliriz " denebilir. Görülecek şeylerin sayısını kaça çıkarırsanız çıkarın , temel esası değiştiremezsiniz: Baba hep veren ve karşılık beklemeyen , evlat hep alan ve çoğu kez nankörlük ve saygısızlık edendir.

   İnsanlık tarihinin bütün peygamberlerle , Özellikle Son Peygamber'le ilişkisi bu tarz ve tavır üzerine yürüyüp gitmemiş midir? İyi ve güzel adına nemiz varsa onların, mutsuzluk ve çirkinlik adına nemiz varsa nankörlüğümüzün eseridir.

 

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi dilinden Hz.Muhammed


                       --------------------------------------------------

15-"Bana isnat edilen bir söz duyduğunuzda kalbiniz onu tasdikler , tüyleriniz ve derileriniz onun önünde yumuşar ve onu bana yakıştırırsanız biliniz ki ben o söze sizden daha çok yakınımdır. Benden nakledilen bir sözü kalbiniz reddeder , tüyleriniz ve derileriniz onun önünde nefretle ürperir ve onu bana yakıştıramaz iseniz biliniz ki o söz bana , size olduğundan daha uzaktır." (40)

AÇIKLAMA

 

  

Allah Resulü bu sözüyle , ümmetinin gönül ve vicdanına güvenini ve Muhammedî bir vicdanın sezgi derinliğini gösteriyor.

   Unutmamak gerekir ki ,kalp ve vicdanın verdiği yargının güvenilir olması , akıl ve bilim açısından gerekli tetkiklerin yapılmış , beklenen titizliğin gösterilmiş olmasına bağlıdır. Bunlar yapılmadan elde edilen ilham kaynaklı bilgilerin bağlayıcılığı yalnız kişinin kendisine yöneliktir; başkaları için delil teşkil etmez. Bilimsel-akademik icaplar yerine getirildikten sonradır ki , Allah ve Peygamber sevgisiyle dolu bir gönülden yükselen ses insana aydınlığı gösterebilir. Hz.Peygamber'in böyle bir kalbe güveni büyüktür. Şöyle diyor: "Müftüler ne kadar fetva verseler de sen fetvayı kalbinde iste."Ve:
"Müminin gönül gözünden sakının ; çünkü O, Allah'ın nuruyla bakar."41

   Allah'ın nuruyla bakabilme gücüne ulaşan ve duyular üstü idrakın ölümsüz pınarından beslenme bahtiyarlığına eren bir ruh , Allah Elçisi'nin Ruh-i Azamıyla zaman mekan üstü teması kurar ve ondan alacağını alır.Ne var ki , bu halde bile , ilhama dayalı bilginin bilimsel ve bağlayıcı bir hüviyet kazandığını söylemek kolay değildir. İslam bilginleri bu noktada şu saygıya layık prensibi benimserler. "İlham ve rüya ilim sebeplerinden değildir."

    Bunun açık anlamı , ilham ve rüyanın isabetsizliği boşluğu değil , yalnız ona sahip olanı bağlayacağıdır. İlham ve rüyanın genel delil olabilmesi , tesbitlerinin bilim ve akıl tarafından doğrulanması şartına bağlıdır.

40   İS. 1/387,
41  İbn Hanbel, 4/194;Aclûnî, 1/41

Yaşar Nuri öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed

10."Ben kral değilim;ben Kureyş kabilesinden , kurutulmuş et yiyen bir kadının çocuğuyum." (116)

                      AÇIKLAMA

   Hz.Peygamber'in bu sözü kendisini ilk gördüğü anda titremeye başlayan bir kişinin sakinleşmesi için söylenmiştir ve tamamı şöyledir: "Sakin ol! Ben hükümdar falan değilim.Ben, Kureyş kabilesinden , kurutulmuş et yiyen bir kadının çocuğuyum."

   Allah Resulü'nün yüzünde en ileri anlamda beliren güzelliğe , tanrısal bir heybet de eşlik etmekteydi. Eğer rahmet ve cemal nazarıyla bakmasaydı , o heybet ve celal , karşısındaki insanı eritirdi. Heybet ve celali , cemal ve lutfa çevirmek için olacak ki , Allah Resulü sürekli tebessüm hali içinde görünmeyi tercih ederlerdi. Onun, insanlık dünyasından en sadık aşıkı ve en ileri bağlısı olan Hz.Ali şöyle diyor bir yerde: "Allah Resulünü ilk kez gören ,onu görür görmez heybetten titrer , korkardı. Onunla bir süre beraber olan ise ona aşık olurdu..." (17) Az önce de söylediğimiz gibi , bu "aşık olma " keyfiyeti , Allah Resulünün cemal ve lutufla tecellisine bağlıydı. Eğer ilahi irade , O'nun bir kişiye celal ve heybetle belirişini esas almış idiyse , tanrısal iradenin tercümanı olan Allah Resulü o kişiye sadece heybet ve korkuyla belirirlerdi. İbn Ishak ve İbn Hişâm'ın kaydettikleri şu olay bu bakımdan çok ilginçtir : "İraş halkından bir adam , Mekke'ye bir deve getirmiş ve Ebu Cehil bu deveyi satın almıştı.Satım tamamlandığında adam parasını istedi, fakat Ebu Cehil ödemedi. Adam , Mekke kodamanlarının toplu halde oturdukları yere varıp şöyle seslendi. "Ey Mekkeliler ! Filanca benim devemi aldı ,paramı ödemiyor. Ben yabancı ve yolcuyum, bana yardımcı olun da paramı ödesin. "Putperstler adama yardım etmek biryana , O'nu iyice çıkmaza sokmak için şöyle bir oyun tezgahladılar. Adama , Ebu Cehil'in baş düşman saydığı Hz.Peygamber'i göstererek dediler ki: "Şurada oturan kişiye git , o senin işini halleder." Maksat , Hz.Peygamber'le Ebu Cehil'i kapıştırıp eğlenmekti. Adam doğruca Allah Resulü'nün yanına gidip durumu anlattı. Resulullah adamı alıp yola koyuldu. Putperestler arkalarına bir adam takıp olacakları seyretmesini istediler. Allah Resulü , yanında İraşlı mağdur , doğruca Ebu Cehil'in kapısına dayandı ve kapıyı çaldı. Kapıyı Allah düşmanı açtı ve hayretinden dona kaldı: Karşısında Hz.Peygamber vardı. Resuller Sultanı , hemen söze girerek buyurdu ki : "Şu adamın parasını hemen şuracık da ödeyeceksin. "Ebu Cehil'de tek kelime yok. Kalakaldı. Bir süre sonra dudaklarından şu sözler döküldü. "Peki , ödeyeyim ! " Ve içeri girdi ve parayı getirdi. İraşlı sevinçle ayrıldı oradan ve yine putperestlerin meclisine vardı ve kendisine Ebu Cehil'e böylesine söz geçiren birini tavsiye ettikleri için onlara teşekkür etti. O sırada gözlemeye memur edilen adam yarı dilsiz oraya geldi. "Anlat neler oldu" diye sordular. Anlattı: "Korkunç bir şeydi gördüğüm .Muhammed gidip kapıyı çaldı, Ebül Hakem ( Ebu Cehil) çıktı. Şu adamın parasını derhal öde deyince de parayı hemen getirip ödedi. Bunlar konuşurlarken Ebu Cehil'de dehşet içinde oraya gelmişti. Putperest kodamanlar onu yuhaladılar. Ebu Cehil dedi ki : "Durun biraz beni bir dinleyin.Bildiğiniz gibi değil.Kapıyı çaldığında kim olduğunu sordum."Benim" diye cevap verir vermez yüreğime büyük bir korku düştü. Neyse kapıyı açtım. Bir de ne göreyim , yanında , üstüme saldıracak halde azgın. güçlü bir deve.Yemin ederim ki eğer ona "evet" demeseydim bu deve beni yiyecekti."(18)

   Allah'a gerektiği gibi bağlı olanın bütün canlıları dikkat ve ürpertiye sevkedecek birheybet ve ciddiyete sahip olacağı ve bunun Allah'ın bir lütfu olduğu yolundaki inanış , İslam düşüncesinde , Hz.Peygamber başta olmak üzere ,herkesin paylaştığı bir fikir olarak dikkat çeker. Hal böyle olunca , Allah karşısında manevi mertebesi yüksek olanların bu özellik bakımından da ilerde olduklarını kabul gerekir. Bu konuda ölçü hadis olarak rivayet edilen bir sözde şu şekilde konmuştur: Allah'tan korkan kişiden , Allah'ın bir lütfu olarak , herşey korkar. "O halde ,tanrısal heybet ,kulun Allah karşısındaki takvasıyla doğru orantılıdır. Takva arttıkça heybette artar.
   Şuna da işaret etmek lazım ki bu korku ve heybet kendine has bir özellik taşır. Onu jandarma , yırtıcı hayvan veya karanlık korkusuyla bir tutmamalıdır. O insanı dikkate , ciddiyete sevkeden ;sevgi saygı ve bağlılık duygusuyla karışık "tipik" bir korkudur. Allah yolcularının yüz ve tavırlarında ilk anda farkedilen ve genellikle ürperti biçiminde dikkat çeken bu "heybet" aslında kainatın en anlamlı belirtisi , en kuşatıcı ve erdirici aydınlığıdır. Onun değerini farketmek için , onun sahibiyle bir süre içlidışlı olmak yeterlidir. Sadece bir sürelik sabır , adına korku ve ürküntü dediğimiz bu duygunun , en engin şefkat ve en tatlı ilgiyi perdelediğini kavramamız için yetecektir. 
   İlave edeceğimiz bir hususta şudur: Tanrısal heybet , bir beden olayı , daha doğrusu bir cüsse olayı değildir.Halk arasında "yakışıklılık " diye adlandırılan plastik-estetik çekicilik hiç değildir.Tanrısal heybet , bütün kudretiyle insanın yüzünde tecelli eder. Onun boyla-posla, renk, giyiniş vs.ile asla ilgisi yoktur. O, kalabalıkların "çirkin" diye damgaladıkları yüzlerde en ileri derecede bulunabilir.Onu bedensel eksiklikler bile engelleyemez. O, sözün doğrusu, insanı yüreğine bakarak değerlendiren Yaratıcı'nın ,insana, yüreğine göre verdiği bir kudrettir. 
   Tanrısal heybet , insanın yüzünde , özellikle gözler ve alın bölgesinde tecelli eder. Ne ilginçtir ki Kur'an-Kerim müminlerin belirtilerinden söz ederken insanın sadece yüzüne atıfta bulunmaktadır. "Son Resul Muhammedle iman birliği içinde olanların çehreleri (simaları)nda secde eseri vardır...."(19)  İman ve ondan kaynaklanan bütün oluş ve erişlerin  insan vücudundaki belirişi  elbetteki olabildiği kadarıyla sadece yüzde meydana gelmektedir. Yüz ve özellikle gözler... Herşey onlardadır ve onlardan anlamayanlar başka hiçbir şeyden anlayamazlar. İnsanın ne olduğunu onlardan çıkaramayanlar , başka hiçbir şeyden hareketle insanı tanıyamazlar. Yüz tanrısal aydınlığın tecelli yeridir. Yüze asla kötü sıfatlar yakıştırılamaz. Aldatılan insanın yüzüne bakılamaz, yüze bakarak yalan söylenemez.  İnsanın özellikle çocukların yüzlerine asla vurulmaz. Kısaca yüzden anlamayan özden de anlamaz. 

16 İS, 1/23
17 İH. 1/402
18 İİ.253; İH. 1/389-390.
19 K.Fetih , 29.

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed 

                                   ----------------------------

 

52-" Benim için kıyam edilmez.(ayakta el bağlanıp durulmaz). Kıyam yalnız ve yalnız Allah için yapılır."

                         AÇIKLAMA

   Bu hadisin ifadeye koyduğu esprinin evrensel dayanağı Hz.Peygamber'in şu sözünde kristalleşir: "İnsan için insana secde etmek söz konusu değildir."

   Vahyin temel hedeflerinden biri de insanı diğer insanların uydusu , kölesi, esiri olmaktan çıkarıp kendi kaderini kendi eliyle hazırlama çizgisine getirmektir. Böyle bir oluş ve eriş insanın yaratıcı hürriyete tam anlamıyla sahip bulunmasına bağlıdır.

   Yaratıcı hürriyet , Yaratıcı kudretin tekelindedir.Ancak Yaratıcı Kudret insana kendisinden bir nefha (nefes) üflediği için O'na gereğince yaklaşabilen , yaratıcı hürriyetten nasiplenir. Tasavvuf düşüncesi , "hürriyetin en ideal şekli Allah'a kullukta ve kulluğun en ideal şekli de hürriyettedir." formülünü işte bu yüzden ısrarla savunur.

   O halde , Yaratıcı hürriyetin özünü Allah dışındaki şeylere köle olmamak oluşturur.

   İnsanın Allah dışındaki şeylere köleliğinden söz ettiğimizde problemin en çetin yanı olarak insanın insana köleliği karşısındaki yeri çok iyi bilen Allah Resulu , insanın insana köleliğine giden yolları tıkamak için , kendi eşsiz şahsiyeti önünde gösterilecek saygı duruşuna bile engel olmuştur.

   İnsanın insanı horladığı ve köleleştirdiği bir dünyadan insanın insanı sevdiği , kucakladığı bir dünyaya geçişin ölümsüz mücadelesini ve en güzel örneklerini veren Cenabı Mustafa'nın tavrı ve tarzı buydu.O , insanın insanı yüceltme uğruna ayağa kalkmasını insan onuruyla bağdaşmayan bir hareket ilan etmiştir.

   Muazzez Peygamber , kimsenin kendisi için ayağa kalkmasını istemezdi ama , eşsiz tevazuunun ve İslam'ın yücelişini görme arzusunun bir gereği olarak , kendisi başkaları için ayağa kalkardı.

   Peygamberimizin başkaları için ayağa kalkışının iki gerekçesi vardır: İslam'ın yücelişine ve tebliğ faaliyetine kolaylık sağlamak , Allah katında mertebe sahibi kişilerin gönlünü hoşetmek. Demek olur ki , Hz.Peygamber'in insanlara ayağa kalkmasının biri siyaset , biri de diyanet kaynaklı iki sebebi vardı. O, birinci sebebin itişiyle , mesela Ebu Cehil için ayağa kalkmıştır. Bu bir diplomasi hareketidir. Ebu Cehil bir liderdi ve onunla görüşmelerde bir sonuç almak diplomasi şartlarına riayeti gerekli kılardı.

   Diyaneten ayağa kalkmaya örnek de , Resuller Sultanı'nın sahabi Abdullah b.Ümmi Mektum'a ayağa kalkışıdır. Abdullah ,gözleri görmez bir zat idi. Hz.Peygamber onu , önemli bir görüşmesini kestiği için azarlar bir tavır takınmış ve bunun üzerine Abese suresinin ilk ayetleri inerek Allah Elçisi'nin dikkati çekilmişti. Hz.Peygamber o günden sonra Abdullah'ı her gördüğünde ayağa kalkıp elbisesini çıkarır ve Abdullah'ın altına yayarak şöyle derdi: "Hoşgeldin , ey kendisi yüzünden Rabbim'den azar işittiğim kişi."

 

Yaşar Nuri öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed

                 --------------------- 

84-"Ben öğretmen (muallim) olarak gönderildim. 45

                            AÇIKLAMA

   Ana düşmanı cehalet , tebligatının esası da aydınlatmak öğretmek ve göstermek olan bir nebiye en uygun vasıf , muallimlik olur.

   Kısaca öğretmen diye verdiğimiz muallimin kökü ilimdir. Muallim ilim yoluyla eğiten kişi demektir.

   Buradaki ilmi ve muallimliği anlamak için iki Kur'ansal gerçeği unutmamak lazımdır:     Bunların birincisi , Kur'an'ın ilimle ; sanattan metafiziğe , dinden labaratuvara kadar bütün bilim ve düşünce disiplinlerini kastettiğidir.İlk emri "oku" olan ve kainatı ve oluşu makrodan mikroya ve mikrodan makroya , tetkiki gereken bir ayetler topluluğu halinde önümüze koyan bir kitabın ilimle kastettiği , başka birşey olamazdı.

   Nebi bu ilimle insanı aydınlatan ve eğiten muallimdir.

   İkinci nokta, nebinin muallimliğinde kuru bilgi verme , spekülasyonla yetinme yerine fiilen eğitimin esas oluşudur. Kur'an buna tezkiye diyor ve Resul'ü bir tezkiye edici olarak gösteriyor. Resul hem ilim ve hikmet öğretir , hem de o ilim ve hikmet ışığında arıtır. Bu arıtma (tezkiye) , fiil ve eğitim işidir ki , nebinin filozof tipten ayrıldığı temel noktalardan birini çerçeveler. Kur'an , Allah elçisi'nin bu yönüne değinirken şöyle der.;

   "Şu bir gerçek ki Allah müminlere lütuf ve bağışta bulunmuştur. Çünkü onlara içlerinden öyle bir peygamber göndermiştir ki , kendilerine Allah'ın ayetlerini okur ve onları fiilen arındırır. Ve onlara insan-evren-vahiy kitabını ve hikmeti de öğretip belletir. Onlar , o Resul'den önce tam bir sapıklık içinde idiler." (45)

   Yukarki hadisin söyleniş sebebi (vürûd sabebi),şudur: Hz.Peygamber birgün Medine mescidine girdiğinde orada iki grup insana rastladı. Bunlardan bir grup Allah'ı zikir ve dua ile meşguldu. Öteki grupsa , bir konuyu bilimsel açıdan tartışıyorlardı. Allah elçisi bu iki gruba bir süre baktıktan sonra , bilimsel tartışma yapan grubun arasına girip oturdu.

   Sahabilerin , "Allah'ı zikreden grup yerine bu tartışma yapan grubun yanına gitmesindeki hikmeti " sormaları üzerine de , yukarki sözü söyledi. O, bu fiil ve sözüyle , sırf kendi ruhunu yüceltmeyi esas alan mistik tipin , faaliyetiyle çevreye ışık tutan , hizmet veren alim veya araştırıcı tipin altında bir mertebede yer aldığını da göstermiş oluyordu. O,bu anlayışını başka yerlerde şöyle ifade etmiştir : "Alimin uykusu , âlim olmayanın ibadetinden üstündür. "

   Ve : " İlim sahipleri nebilerin mirasçılarıdır."

   Ve : "Bilginler yeryüzünün yıldızları gibidir."

   Ve : "Kendisini ilme adayanın , kendisini ibadete adayana üstünlüğü, benim sizin herhangi birinize üstünlüğüm gibidir."

   Ve:"Hiç kuşkunuz olmasın ki , göklerdeki ve yerdeki tüm şuurlu varlıklar , ilim sahipleri için Allah'tan af ve lutuf isterler." (46)

   Bütün bunlar , en büyük muallim Hz.Muhammed'in tebligatında , metodunda, mesajında ve tezkiye edişinde ilmin nasıl bir yer tuttuğunu gözler önüne seriyor.

45 Âli İmran,164.Ayrıca bk.Bakara,151;Cumua,2.

46 bk.B.ilim,10;T.ilim 19;İM.mukaddime,17;ED.ilim,1;İbn Hanbel, 3/157.

Yaşar Nuri Öztürk

Kendi dilinden Hz.Muhammed

                     ---------------------

77-"Benden sonra Peygamber gelmeyecektir." 29

                            
                         AÇIKLAMA

   "Bu hadisi şerif ,insanoğluna vahiy eliyle sunulacak aydınlığın son noktaya geldiğini göstermektedir. Hz.Muhammed , bu aydınlığın en son ve en mükemmmel aracısıdır.
   Hz.Muhammed'in , belirlenen bu vasfı O'nun eski peygamberlerce de geleceği bildirilen bir ruh olarak kabulünü de gerekli kılar. Nitekim, Tevrat ve İncil'de O'nun , bu niteliklere sahip bir resul olarak haber verildiğini görmekteyiz.
  İslam düşüncesinin , kendi tebliğcisi ve son Peygamber olan Hz.Muhammed hakkındaki bu gerçekçi , vakarlı ve bağnazlıktan uzak evrensel tutumu ,  bütün peygamberlere saygıyı emretmekle kalmaz , peygamberlerin Kur'an ve hadiste sayılanlardan ibaret olmadığını , daha pek çok peygamberin gelip geçtiğini de haber verir. İnsanlığın bu eşsiz ve fedakar evlatlarının kimi adıyla anılmış, kimi de anılmamıştır. Denebilir ki Kur'an bu tutumuyla , insanlığa ölümsüz birşeyler bırakan bütün büyük ruh ve beyinlere hürmete açılan ve asla kapanmayan bir kapı aralamış ve insanoğlunu , kendisi için çile çeken bütün sozsuzluk sevdalılarına saygılı olmaya çağırmıştır. Ve bu bize göstermektedir ki , insanın ölümsüzlük ve sonsuzluk adına nesi varsa , vahyin ürünü ve peygamberlerin  çilesinin mirasıdır.O halde adını bildiğimiz ve bilmediğimiz bütün nebiler kutsal ve saygıdeğerdir. Öyle ki bunlar arasında , Yaratıcı'nın yaptığı tesbitler dışında bir dereceleme ve üstünlük yarışı açmak bizim için mümkün değildir. Bizzat Kur'an bu yolu kapatmıştır.(30)

  Peygamberler arasındaki derece farkı , kurumsal değil, kişiseldir.

29 B.megazi, 78
30 bk.Bakara,285

Kendi Dilinden Hz.muhammed

Yaşar Nuri Öztürk

                ---------------------------------

  83- "Ben,lanetçi olarak gönderilmedim ; davetçi ve rahmet olarak
           gönderildim. (44)

                                AÇIKLAMA

   Hz.Peygamber bu sözü , Uhud harbinde yaralandığı , dişi kırıldığı sırada kendisinden düşmanlarına beddua ve lanet etmesini isteyenlere hitaben söylemiştir.
   Kanlar ve acılar içindeydi. İyiye , güzele,mutluluğa çağırdığı
 insanlar onu doğup büyüdüğü topraklardan çıkarmışlar , bu da yetmiyormuş gibi 400 küsur kilometrelik yolu aşıp onu sığındığı yerde de bulmuş ve saldırmışlardı. Önderi olduğu topluluğun can ve namusunu bu saldırıya karşı korurken yaralanmış , kanlar için de kalmıştı. İşte böyle bir sırada , kendisine onca kötülüğü yapanlara   beddua etmesi istendiğin de söylediği bunlar olmuştur. Ve beddua bekleyenlerin dehşet ve hayret dolu bakışları  önünde ellerini açarak şöyle dua etmiştir."Allah'ım! Kavmime doğruyu ve güzeli göster; çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar. "
   Bir yandan yüzünü örten kanlarını siliyor, bir yandan da kendisini bu hale getirenlere iyilik ve güzellik diliyordu.Sonsuza ve iyiye çağıranın tavrı ve tarzı budur.Davet ve tebliğ adamının metodu bu olmalıdır.Rahmet metodudur bu.  
    Bilmeyene  bildirmek ve göstermek gerekir. Hakikat  üzere iseniz , gösterdiğiniz de insanlar onun önünde eğilirler.Ama gösterebilmek öyle kolay değildir. Büyük ruhun hemen bütün çilesi, bu gösterebilmek gayreti sırasında ortaya çıkıyor.
   Kur'an, bütün sapma ve sürçmelerin , bilgisizlikten kaynaklandığını söyler.  Başta şirk olmak üzre, tüm karanlıklar bilgisizliğin ürünüdür. O halde hakikat adamı göstermek , öğretmek , bilgiye muhatap olmak zorundadır.Bu yapılmadan aforoza gitmek , tekmelemek , cehennemlik ilan etmek hak yolcusunun tavrı olamaz. Böyle yapanlar "hak" adı altında çıkar peşinde koşarlar veya hasta ruhlarını tatmin için bağırır , çağırırlar.
   Bildirmek, göstermek ve sorumlu hale getirmek... Bunu yaparsanız , insan yaradılışı icabı gerçeğin önünde eğilir.Kur'an davet sırrının bu en ince noktasına parmak basarken iki ölümsüz prensip getiriyor :
   1. Bildirmek ve göstermek için muhataba ulaşacak her imkanı kullanmak,
   2.Doğruya çağırılan insanın önceden sahip bulunduğu inanç ve anlayışa hakaret etmek. 
   Tebliğ ve davetin en önemli unsurları bunlardır diyebiliriz. Bunların birincisine değinen Tevbe suresi 6.ayet şöyledir;  
"Eğer müşriklerden biri senden aman diler veya sana komşu olmak isterse ona bu imkanı ver ki , Allah'ın kelamını dinleyebilsin.Sonra da onu , ulaşmak istediği güvenli gördüğü yere kadar götür.Bunu böyle yapmanızın gerekçesi şudur;Bunlar bilgisizlik içinde bir topluluktur."
   Bu ayetten tebliğ ve davetin şu Kur'an'sal prensipleri çıkıyor.
   1.Kur'an'ın en büyük düşman hedefi putperestler de dahil , her insanı, gerçeği dinleme imkanı bulması için kucaklamak , yakınlaştırmak gerekir. 2.Kur'an kendisini dinleyenlerin , onun içerdiği gerçekler önün de eğileceklerinden emindir.
Elverir ki davet adamı Kur'an'ı dinletebilsin, gösterip öğretebilsin. 3. Sapıklık ve hataların temelinde bilgisizlik vardır.Bilgisizliği yenmek , hakikat yolcusunun ve tebliğ adamının temel ödevidir.
   Bütün bunları dikkate alarak diyebiliriz ki , din ve tebliğ adına , insanları aforozla işe başlayan ve tebliği kendisi gibi düşünenlerin toplandıkları mahallerde nutuk atmak şeklinde anlayanlar , bilerek veya bilmeyerek Kur'an'a ters düşmüşlerdir.
   İkinci ayet En'am suresinin 108.ayetidir.Bu ayetin koyduğu davet ve tebliğ prensibini (veya prensiplerini) iyi anlamak için , kendinden önceki ayetle birlikte değerlendirilmesi daha uygun olur.Şöyle deniyor: "Allah dileseydi onlar Allah'a ortak koşup müşrik olmazlardı.Biz seni onlar üzerine bir gözcü bir korucu yapmadık.Sen onların vekili de değilsin.Allah dışında şeylere tapanların taptıklarına sövmeyin ki , onlarda bilgisizlik ve düşmanlıkla Allah'a sövmesinler.Bunun sırrı şudur : Her ümmetin yaptığı ona güzel gösterilmiştir.Sonra onların dönüş yerleri Rableri katındadır.Oraya döndüklerinde Allah onlara yapmakta olduklarının mahiyetini haber verecektir. 
   Demek oluror ki , hakikat benim söylediğimdir, gerçek Tanrı benim tanıttığımdır diyen tebliğ adamı , karşısındakinin değerlerine söverek , hakaret ederek işe giremez.Çünkü karşısındakinin değerleri de onun için kutsaldır.O halde göstermek ve şuur oluşturmak gerekir.Bunun yolu da sövme,dışlama, aforoz etme değil, tatlı bir dille anlatmak için yaklaşma ve yakınlaştırma , yani gerçeği görme ve dinleme imkanı hazırlamadır. Bunları yaparken hırpalanmak , yanlış anlaşılmak, hatta ezilmek,  davet ve sonsuzluk adamının kaderidir.

44 M.birr, 87; Kadı Iyaz, 1/137

Kendi Dilinden Hz.Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

   -------------------------------------------------------  

87-" Ben ümmi bir topluluk için gönderildim.(52)
   

                                 AÇIKLAMA

   Vasıtasız bilginin elde edilişi için nebinin ümmiliği esas olduğu gibi , bu bilginin, eşya, olaylar ve insanı tanrısal yönden şekillendirmesi için de , nebinin hitabettiği çekirdek toplumun ümmiliği esastır. Kur'an bu noktaya da dikkat çekiyor.(53)
"O Allah'tır ki ,ümmilere içlerinden bir Resul gönderdi. Öyle bir Resul ki, onlara Allah'ın ayetlerini okur , onları fiilen arıtıp yüceltir,onlara insan -vahiy-evren kitabını ve hikmeti öğretir. O ümmi topluluk daha önce gerçekten çok ağır bir sapıklık içinde bulunuyordu.   "(54)
   Bu ayette de , mucize bir uslüpla nübüvvet , vahiy,ümmilik kavramlarının evrensel boyutları ve birbiriyle ilişkileri veriliyor. Ve bu ayetten anlıyoruz ki ,ümmi kelimesiyle Kur'an,
 okuma yazma bilmeyenleri kastetmiyor. Çünkü Araplar içinde okuma-yazma bilen kişiler epeyce çok idi.  

     Ümmi nebi ki , daha önce gelmiş bulunan tanrısal
metinlerde anılmış övülmüştür. Yaratıcı kudretin sunduğu tüm güzellikleri , ölümsüz değerleri benliğinde toplamıştır. O, insan eli değmemiş güzel, insan hırsı dokunmamış iyidir. Pörsümez güzel , eskimez yeniyi getiren de O' dur. O'nun bu eşsizliğini ifadeye koyan parçalardan biri Barnabas İncili'nin 44.babında şu sözlerden oluşuyor.
   Size diyorum ki, Allah'ın elçisi , Allah'ın yarattığı hemen herşeye mutluluk getirecek olan bir nurdur,çünkü o anlayış ve müşavere ruhuyla , hikmet ve kudret ruhuyla , korku ve sevgi ruhuyla , akıl ve itidal ruhuyla donatılmıştır ;rahmet ve merhamet ruhuyla , adalet ve takva ruhuyla , yumuşaklıktan , bütün diğer yaratıklarına verdiğinden üçkat daha fazla almıştır. Ey, onun dünyaya geleceği kutlu zaman ! İnanın bana , onun ruhunu görenlere Allah Peygamberlik verdiğinden , her peygamber gibi ben de onu gördüm ve ona saygı gösterdim. Onu görünce , ruhum teselli ile doldu (ve) dedim: " Ey Muhammed , Allah seninle olsun ve beni ayakkabının bağlarını çözecek değerde kılsın. Buna ermekle ben de büyük bir peygamber ve Allah'ın kutsal bir (kul)u olacağım."
    Ve İsa böyle deyip, Allah'a şükretti.

52 T.Kur'an,9;İbn Hanbel,5/132; İbn Manzur,ümmi madd.
53 bk. Bakara, 78; Âli İmran , 20,75.
54 Cumua, 2. 

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed


 -------------------------------------------------

72-"Gözünüzü açın ! Size , benim katımda sizin için deccal den daha korkutucu olan şeyi haber veriyorum : Gizli şirktir bu... Kişinin görenleri beğendirmek için kılmakta olduğu namazı süsleyip püslemesi bu cümledendir.

                             AÇIKLAMA

   Allah Resulü bu hadisiyle , görünmez düşman riyaya dikkat çekiyor. O, riya ki bizzat Resuli Ekrem tarafından gizli şirk olarak  nitelendirilmiştir. 
   Allah'a giden yola en amansız pusuyu kuran ve dini içinden yıkarak insanlığı kaosa ve onursuzluğa mahkum eden bir numaralı illet riyakarlıktır. Bütün erdirici ve yaratıcı atılımların belini kıran ve insanoğlunu hiçliğe esir ederek ömür sermayesini boşa harcatan kahredici bir beladır riyakarlık... Bu belaya çarpılmış birey ve toplum kalıcı    , huzur ve mutluluk getirici hiçbir değer üretemiyor. Çünkü riya , güzeli ve iyiyi öldürmekle kalmaz, güzele ve iyiye yönelik ümitleri de mahveder.

   İnsanı kendisi olmaktan çıkaran ve Allah karşısında bir nefret unsuru haline getiren zifiri bir karanlıktır riya; Riyakârlıkla icra edilen en ideal ibadetlerden , samimiyet içinde işlenen en büyük günahlar bile yeğdir. Çünkü birinci halde ibadetin karşılığı olmadığı gibi ümit ve bekleyiş de silinir. İkinci halde ise , ümit ve bekleyiş vardır. Çünkü, eksiğini , günahını bilen kul , Allah önünde boyun büker ki , en emin kurtuluş yoluda budur.
   Rahatlıkla diyebiliriz ki , Allah'a karşı sonsuz ve kurtuluş konusunda "her şeyi yaptım" iddiasından , "hiç bir şey yapamadım " itirafı üstündür. Çünkü ikinci de riya sözkonusu değildir. Bu yüzdendir ki büyük gönül sultanları , Allah karşısında ibadetlerini değil , boyun büktüren, kulluğun şuuruna erdiren eksikliği tercih  etmişlerdir. Tasavvuftaki melamet sırrı budur.

   Tamlık kapısından Allah'a gitmek , hemen hemen hayal ve muhaldir; insana yakışan eksik ve eziklik kapısından Hakk'a sığınmaktır. Çünkü bu ikinci kapı , gizli şirk riyaya asla geçit vermez. Ve gizli şirkin giremediği bir gönül sonsuz kurtuluşa namzeddir.
   Riyayı örneklendiren Cenabı Resul'un namazı seçmesi çok ilginçtir. Bilindiği gibi namaz , Müslümanın hayatında en sık ve yoğun biçimde yer alan bir ibadettir. Böyle olunca vitrinlenme ihtiyacı duyan riyakâr ruhun en verimli istismar metaı namazdır. Ve riyaya yakasını kaptırmış kitlelerin din adına durmadan mabed duvarı dikmelerinin sırrı da budur. Bu insanlar hep cami yaparlar ama , o camilerin insan yaptığını göremezsiniz. Ne ilginçtir ki , Allah Elçisi , mabed süslemeyi ümmetler için çöküş alâmeti olarak gösteriyor. Bunun esprisi , işte şurada izaha çalıştığımız keyfiyettte yatıyor. 
   Hz.Peygamber'in , namazı, riyaya âlet edilmeye en müsait ibadet olarak gösteren yaklaşımları az değildir. Kütübi Sitte'de yer alan iki örneği daha kaydedeceğiz;
   Birinci örnek şudur: Resul Aleyhisselam       , birgün eve geldiğinde Hz.Aişe'nin bir kadınla meşgul olduğunu , onu över bir tavır içine girdiğini görmüş ve "bu kadın kim" diye sormuştu. Hz.Âişe:"Bu kadın geceleri bile uyku uyumadan namaz kılmasıyla ünlüdür." deyince Allah Elçisi şöyle dedi:"Sanki birşey ! Güç yetecek kadar namaz kılmanız daha iyidir. Allah'a yemin ederim ki , Allah bıkıp usanmaz, sonunda siz bıkar pes edersiniz." 222
   Aynı kaynağın aynı bölümde zikrettiği ikinci örnek de şudur: Hz.Resul birgün Mekjke yakınlarında bir adamın bir kaya üstünde namaz kıldığını görmüştü. Resul, adamı görüp geçti, gidip işini gördü ve döndü.Adam hala aynı yerde namaz kılmaya devam ediyordu.Hz.Peygamber Mekke'ye döndüğünde sahabileri topladı ve şöyle konuştu: Ey insanlar , size ibadette itidali tavsiye ederim. Şunu iyi bilin ki , Allah bıkıp usanmaz;   sonunda siz usanır pes edersiniz."
   Kısacası insanlar , yine Hz.Resul'ün buyurduğu gibi ; "Niyetleri üzre haşredilirler. " 223      dış görünüşleri ve gösteriş aracı yaptıkları ibadet üzre değil.
   Kur'an'da riya konusunu örneklendirirken namazı kullanıyor. Hem de bir sure ile : Maûn suresi.. Bu sure ,"dini yalan sayanı gördün mü ? " sorusuyla başlıyor ki, riyakarların , dışta davranışları ne olursa olsun özde inkarcı olduklarına Kur'an uslûbu ile bir delil sunmaktadır. Sure şu ayetlerden oluşur:
   "Dini yalan sayanı gördün mü ? Yetimi itip kakan odur. Yoksula yedirmeyi teşvik etmez o... Cehennem,  kayıp ve hüsran o namaz kılanlara olsun ki , namazlarından habersizdirler. Riyakarlık ederler onlar. Ve onlar zayıf ve güçsüzlere sunulacak nimetlere , zekata engel olurlar."
   Hadise getirdiğimiz açıklamaya son verirken , salat ve selamın en büyük muhatabı Allah Elçisi'nin konumuza ışık tutan bir başka sözünü kaydedelim:
   "O  kendisinde kuşku bulunmayan mahşer gününde  Allah ilkleri ve sonları bir araya topladığında bir duyurucu şöyle haykıracaktır: " icra ettiği herhangi bir amelde Allah dışında bir varlığın rızasını gözetmiş bulunanlar , ücretlerini o gösteriş yaptıklarından istesinler., Allah'tan değil"  224


   221  İM.zühd,21
   222  İM.zühd,28
   223  İM zühd,26
   224 İM.aynı yer, 

Yaşar Nuri Öztürk

Kendi Dilinden Hz.Muhammed

                      --------------------------------

35-"Ben ilim beldesiyim ; Ali'de o beldenin kapısıdır. (95)

                                         AÇIKLAMA

   Hz.Ali'nin seçkinlik ve üstünlüğü bahsinin en önemli dayanaklarından biri de bu hadistir.
   Az önceki hadis Ali'nin hukuksal-sosyolojik eşsizliğine dikkat çekerken bu hadis onun ruhsal planda ve bilgi alanındaki seçkinliğine işaret etmektedir.

   Hz.Ali'nin bu yönüne biz ,Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar adlı kitabımızda geniş yer verdiğimizden burada detaya girmeyeceğiz. Şunu söylemekle yetineceğiz. Önemli hadis kaynaklarından et-Tac'ın , kamil insanın niteliklerini anlatan bölümünde Hz.Ali'nin şu sözüne yer veriliyor:"Danenin bağrından filizi çıkaran ve insanı yaratan Allah'a yemin ederim ki Hz.Peygamber bana şu gerçeği ısrarla belirtmiştir.: Beni   ancak gerçek mümin sever ve bana ancak gerçek münafık olan kin tutar." (96)
   Ali'yle ilgili kısa açıklamamızı  , mutasavvıf şair Mihrabi (ölm.1919)'nin şu güzel şiiriyle noktayalım: 

"Gel, durma gönü rahına , erkanı Ali'dir.
Ey can ! Gözün aç sıdkıle bürhanı Ali'dir.
Pakeyle gönül kabesini durma tavaf et,
Her şahsa nasibolmaz o, divan-ı Ali'dir.
Kalbinde eğer doğdu ise şems-i hakikat
Ref'ola o dem perde ki meydan-ı Ali'dir.
Maksudun eğer rüyet-i didar ise, elhak,
Zatında o bir nokta-i irfan-ı Ali'dir.
Takdis edegör sen de o Mihrab-ı Elesti
Hesti görünen , alem-i imkan-ı Ali'dir. (97)


95 İM.Mukaddime,11
96 et-Tac,1/26
97 bk.Öztürk;Bektaşilik,175


Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed  


                    ---------------------
92-" Birşeyi size yasakladığımda ondan uzak durun; birşeyi size emrettiğimde  de onu gücünüz  yettiği oran da yerine getirin.(63)


                       AÇIKLAMA

   Bu hadis Hz.Peygamber'in  diliyle bir Kur'ansal prensibin ifadeye konuluşudur. Haşr suresi 7.ayette şöyle deniyor.  " Son Resul'un size getirdiği şeyi alın , benimseyin; sizi sakındırdığı şeye de son verin."
   Bu prensibin gerçek manasını anlamak için Hz.Muhammed'in daha önce işaret edilen beşer ve nebi niteliklerini hatırlamak gerekir. O'nun bağlayıcı nitelikleri söz ve fiilleri , nebi yanından kaynaklanan söz ve fiillerdir. Ve bunların çerçevesini Kur'an çizer; hadisler ve fiil halindeki sünnette uygulama şekillerini ve algılanış metodlarını gösterir.
   O halde sünnetin bir zaman üstü , bir de zamana bağlı yanı vardır. Çünkü Hz.Peygamber , bir yandan Kur'an'ın ilerki zamanlarda insanlığa cevap verecek yönlerine açıklık getirir, bir yandan da yaşadığı devir ve toplumdaki boyutlarla kayıtlı izahlar sunar. Bunların ikisini birbirinden ayırmak , Kur'an ve sünnetle beslenen  ilim ve fikir kadrolarının işidir. Ancak şu nokta kesindir ki , Hz.resul'ün din adına bağımsız olarak hüküm koyma yetkisi yoktur. Zira, dinin koruyucusu Allah'tır ve burada iştirak söz konusu edilemez.(64) Bu yetki Allah'ın tekelindedir. O halde , çapı ve çerçevesi ne olursa olsun , nebinin yaptığı , vahye yorum getirmek ve onu örneklerle insan hayatına kazandırmaktır.   Nebinin bağımsız hüküm koyma yetkisi , yani haram kılma - helal kılma yetkisi yoktur. (65) O tebliğ eder ve tebliğ ettiğini örneklerle yaşar.
   Son söz daima vahyin, yani Kur'an'ındır.      

63   Kadı Iyaz , 2/544
64   Bu konuda bk.Öztürk,Din ve Fıtrat,ilk bölüm.
65   bk.Kur'an,Tahrim,1;Maide,99;
       Nur,54;Şura,48

Kendi Dilinden Hz.Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

                              -----------------------------------


  46- "Ben sizin , Allah'ı    en iyi bileniniz ve ondan ençok korkanınızım." (149)
  47-  " Benim bildiğimi bilseydiniz   , hiç kuşkusuz   çok az güler  ve çok fazla ağlardınız." (150)

                               AÇIKLAMA

   Daha iyi gören, daha çok bilir ve duyar  ve daha çok bilip duyan daha çok düşünür.
   Düşünmek, yeni doğuşların sancılarına sürekli maruz kalmaktır. Yaratıcılık ve hürriyet riskidir. bu. Bu risk doğurur ıstırabı ve yüceliği , bu risk yaratır yeni doğuşların rüyalarını ...Türk şiirinin ölmez ustalarından biri olan Yahya Kemal Beyatlı bu gerçeği evrensel bir ifadeye büründürürken şöyle diyor:

   " Yalnız duyan yaşar" sözü derler ki doğrudur;
   " Yalnız duyan çeker" derim, en doğru söz budur.   


149 T.Şemail,151.
150. Tecrid Tercümesi,11/114


Kendi Dilinden Hz.Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk


                                ------------------------------------



        76- "Ben rahmet ve mücadelenin peygamberiyim."(27)

                                       AÇIKLAMA

   Bu söz İslam'ın kılıcı hangi hallerde ve ne maksatla kullandığını,emsalsiz bir biçimde dile getirmektedir. Anlaşılan odur ki İslam'ın verdiği savaşlarda yani cihadda  cihad edenin değil ,cihad edilenin yararı esastır.  Bir Batılı düşünür Hiristiyan-Haçlı  savaşlarından söz ederken şöyle diyor: "Papazlar,hep İsa dediler ama daima pamuk ve altının peşinde oldular "Tarih müslümanların verdikleri savaşlarda bunun tam tersi bir niyet  ve esprinin hakim olduğunu göstermektedir.
   İslam'da ne engizisyon   olmuştur ne sömürgecilik ne de emperyalizm .Ancak ,İslam savaş gerçeğini inkar etmez. Çünkü bu gerçeği inkar  insanı ve tekamülü inkardır. Önemli olan savaşın niçin ve nasıl yapıldığıdır.
   İslam Peygamberi hayat gerçeğine sırt çevirme yerine o gerçeği insanla tatlı bir biçimde kucaklaştırma peşinde oldu. O'nun erişilmez üstünlüğü de buradadır. O, evrensel anlamda bir gerçekçidir.   
   Hayatı ve yaradılışı iyi tanıyan ve insanı hayat ve yaradılış gerçeğine uygun olarak eğiten bir realisttir O..
   Böyle olunca O'nun savaşları , insanın yüceltilmesi gayretleridir.  Bir harp sonrası esir alınıp bağlananlara

bakarak şöylekonuşuyor gülümseyerek;"Şunlara bakın.Bağlanarak cennete götürülüyorlar.Allah böylebir gaye için bağlananlara baktıkça gülümsemektedir."(28)
  Şuraya kadar vermeye çalıştığımız "rahmet ve mücadele beraberliği" ni İslam'ın büyük şairi Muhammed İkbal , Hz.peygamber'den bahseden bir şiirinde yine      Hz.Peygamber'in şahsını esas alarak şöyle dile getiriyor:"Savaş vaktinde   kılıcı demirleri eritir, namaza durunca gözlerinden yaşlar boşalırdı.     Mahşer gününde bizim servet ve itibarımız odur, Şu alemde bizim yoksulluk ve öksüzlüğümü gideren , çıplaklığımızı örten odur."

27 İS.1/105
28 B.cihad.

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed

                               ---------------------------------

   28-"Benim Allah ile  öyle özel bir beraberlik vaktim vardır ki    , o zaman da beni  ne bir yüksek dereceli melek   anlayıp kavrayabilir   , ne de gönderilmiş herhangi bir peygamber." (100)
     

                           AÇIKLAMA

   Varlık ve oluşun en mükemmel belirişi insan ve insanın en mükemmel belirişi de Allah Resulü Hz.Muhammeddir. Böyle olunca  , Yaratıcı ile Hz.Muhammed'in diyalog ve beraberliği , varlığın en ileri noktadaki diyalog ve beraberliğidir.
   Kur'an Allah Resulü'ne şu direktifi   verir.
   "De ki: Ben ancak sizin gibi bir insanım.(101) fakat unutmamak gerekir ki bu beyan Allah Resulünün, bize bakan yüzü ve varlığa bağlı kutbu açısındandır.O Resuller Sultanının , Allah'a bakan yüzü ve yaratıcı aktiviteye bağlı yanına gelince , onu hiçbir insanın kavraması mümkün olamaz.
   Her insan , bağımsız bir alemdir ve her insan diğer bütün alemlerden farklı bir değer ve anlam taşıdığı için varedilmiştir. Allah Resulü Hz.Muhammed ise her insanın temsil ettiği bu değer ve anlamı , yani insanlığa parçalar halinde verilmiş bulunan iyilik ve güzellikleri aynı anda ve tek başına temsil eder. Bu yüzden hiçbir parça varlık , melek de olsa , o muazzez Resul'ün  Allah ile yakınlık çizgisine ulaşamaz.  

100 Tirmizi'den naklen.Acluni,2/173
101 Kehf,110


Yaşar Nuıri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed                                                 

                           ---------------------------------------

105-" Ümmetim adına en çok korktuğum şey   Allah'a şirk koşmaktır. Ancak benim söylediğim onların güneşe, aya,puta tapmaları değildir. Benim korktuğum bu şirk Allah dışındaki şeylerin hoşnutluğunu gözeterek ameller yapmak ve bir de gizli şehvettir. 

                              AÇIKLAMA

   Allah Resulü burada , gizli şirk ile gizli şehvete dikkat çekiyor. 72 numarayla açıkladığımız hadiste bu gizli şirkin mahiyetine temas etmiştik. Ve görmütyükki  Hz.Peygamberin ısrarla dikkatimizi çektiği belki de en büyük felaket bu örtülü putperestliktir ki , riyakarlık ve ikiyüzlülüğün ürünü olarak ortaya çıkıyor ve insan kişiliğini tahrip ederek hayatı kaosa çeviriyor. 
   Şirk , şehvet ve riya konusunu biz, Kur'an'ın Temel Kavramları adlı eserimizde  genişçe anlattığımız için burada daha fazla bilgi vermiyor, anılan esere atıfla   yetiniyoruz. 

Kendi Dilinde Hz.Muhammed

Yaşar Nuri Öztürk


                             -----------------------------

23-" Varlığım kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki  , Cennetteki    Havz-ı Kevser'imin  başından bazı kişileri , yabancı develeri su yalağından kovdukları gibi kovacağım."

                                   AÇIKLAMA   

   Bu hadis ,hadis kritiği açısından mütevatır derecesinde kabul edilmektedir.Yani sözün Hz.Peygamber'e çıkışı tarih açısından kuşkusuzdur.
   Allah Resulü  burada , dış ölçüler bakımından ümmeti içinde görülen veya gösterilen bazı kişilerin öteki alemde nürpak dışı tutulacaklarını göstermektedir. Kevser havuzu cennette olduğuna göre , sözü edilen kişiler dış ölçüler bakımından cennete girmişlerdir. Ne var ki onlar şöyle veya böyle Hz.peygamber'in gönlünü incitmiş , onu rahatsız etmişlerdir. Bu yüzden peygamberler peygamberinin özel ilgi ve şefaatının sembolu olan Kevser'den , bizzat Allah Resulü eliyle uzaklaştırılacaklardır.
   İslam düşünürlerinin , özellikle tasavvuf büyüklerinin hakim görüşlerine göre , anılan kişiler, Hz.peygamber'in sonsuzluğa geçişinden sonra onun Ehlibeytine , özellikle torunlarına kötülük eden Emevilerdir. Biraz sonra vereceğimiz hadis de bu görüşü destekler durumundadır.

92 B.şirb;Tecrid Tercümesi, 7/229;Kadı Iyaz, 2/560.


Kendi Dilinden Hz.Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk       


                     ----------------------------------------


  37- " Hayatım sizin için rahmet ve berekettir.   : Huzurumda konuşursunuz, size cevap verilir. Ölünce de vefatım sizin için rahmet ve bereket olacaktır: Öldükten sonra amelleriniz bana arzedilir ve ben bakarım: Eğer iyilik yapmışsanız bunun için Allah'a hamdederim.Eğer kötülük yapmışsanız Allah'tan affınızı dilerim."


                               AÇIKLAMA

   Bu hadisi şerif herşeyden önce şu yaradılış kanununu açık bir biçimde ifadeye koyuyor: Bir insanın , insanlık için hayatı neyse ölümü de odur. Hayatı musibet ve felaket getirenin ölümü de öyle olacaktır. Hayatı rahmet ve bereket getirenin vefatı da aynı olacaktır. Bu özellikle lider mevkiinde rol almış kişiler için , hiç şaşmadan işleyen bir kainat kanunudur. Anlaşılıyor ki insanın bıraktığı hatıralar ve fikir mirası onun hayattayken yürüttüğü yaşayış tarzı ve davranışlar kadar anlamlı ve etkilidir.
   İnsanlık dünyası için , hem hayatı, hem de ölümü bir rahmet ve mutluluk haline getirebilenler , bütün insanlığı bir tek vucüt bilerek seven ve onun için didinen büyük ruhlardır. Bunların başında Son Resul'ün geldiği kuşkusuzdur. İşte verdiğimiz hadis bu kuşkusuz gerçeği dile getiriyor.
   Kur'an-ı Kerim , Son Peygamber'i bütün insanlığın birliğini temsil eden ve bütün insanlığın keder ve sevinçlerini benliğinde aynı anda duyan bir evrensel ruh olarak tanıtıyor. İslam büyükleri bu anlamda Son Peygamber için Ruh- Âzam yani en büyük ruh deyimini kullanırlar. Bu düşünceye esas olan ayet şu mealdedir.: " Andolsun , size içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki sizi sıkıntıya düşüren, size keder ve acı veren herşey onada dokunur, onu da rahatsız eder.O size çok düşkündür, üstünüze titrer.  Müminlere karşı ise daha merhametli (rahim) ve daha şefkatli (rauf) dir.122   Bu ayeti kerime de dikkat çeken noktalardan biri de Allah'ın kendine has isimlerinden yani esmaül hüsna dan ikisinin Yüce Peygamber'in sıfatı olarak kullanılmasıdır.  Ve bundan da ilginci kullanılan bu iki sıfatın ikisinin de merhamet ve şefkat ifade eden sıfatlar arasından seçilmiş bulunmasıdır: Rahim,Rauf.                   

Kendi Dilinden Hz.Muhammed

Yaşar Nuri Öztürk


                                                                ------------------------------

  64- "Ben unutmam.Ancak, unutmanın ortaya çıkaracağı sorunlarda   size örneklik edeyim diye , planlı olarak bazı şeyleri unutmuş duruma getirilirim." (197)
   65-" Kuşkusuz ben de bir insanım. Siz nasıl unutuyorsanız , ben de öyle unutabilirim.O halde birşeyi unuttuğum zaman bana hatırlatıverin." (198)


                                             AÇIKLAMA


   Bu hadisler , nübüvvet (peygamberlik) kurumunun ve nebinin tipik özelliklerinden birini en ideal bir anlatımla ifadeye koymakta ve bir nebinin insan yanıyla, insanüstü yanının beliriş ve amaçlarını gözler önüne sermektedir.
   Nebinin ruh yanı,beden yanına egemen olduğu için onun kişiliğinin besleyici kaynaklarıda bedensel-maddesel olmaktan çok kozmik ve tanrısaldır.
   Nebi , kendisinin vucüt verdiği fenomenler açısından da iki tablo ortaya koyar: Beşeri tablo, nebevi tablo.Unutmamak da böyledir. Nebi bir insan olarak unutmaya maruz bulunmaktadır. Ancak unutma fonumeni olarak onda her gördüğümüz beşeri değildir.Onda izlediğimiz unutma fenomeni'nin  nebi yapıya bağlı olanları , tanrısal planın buna bağladığı bir hikmetin zuhuruna yardım eder. 
   Esasen, nebinin hafızası, vahyin korunmasında en emin ve ilk araç olarak , Yaratıcı kudretin koruması altındadır.Kur'an bu noktaya işaret ederken şöyle diyor."Biz sana okutacağız da sen unutmayacaksın.Allah'ın dilediği müstesna."190  Allah'ın dilediği şeyin unutulması ise , hadiste de belirtildiği gibi , yine Allah'ın öngördüğü bir gayenin elde edilmesine yöneliktir.
   Aynen bunun gibi , bir nebinin hayatında görülen hata fenomeni de , belirli gayelere ulaşılması için üst planlarca tertip edilen olgulardan ibarettir. Bu yüzden, İslam bilginleri  çok isabetli olarak , nebilerin yanılma ve sürçmelerini diğer insalarınkiler gibi günah olarak nitelendirmeye karşı çıkmışlardır. Bunlara zelle ( sürçme) denir ve her birinin , nebi tarafından yürütülen görevin icrasında bir yeri vardır.
   Nebinin bir meselede "bilmiyorum" demesi , yani bilgisizlik fenomeni de bir hikmete bağlıdır.Bir nebi vahy ile beslendiği için onun bilmemesi söz konusu olamaz. "Bilmiyorum " demesi bir ölçüyü yerleştirmek , bir realiyeti belirtmek içindir.

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed
             

                         -----------------------------------------------------------

 

    90- " Varlığımı elinde tutan kudrete yemin ederim ki , faraza Musa sizin içinizde yeniden zuhur etse ve beni bırakıp da ona uysanız  sapmış olursunuz.Şu bir gerçek ki , siz, ümmetler içinde benimpayımsınız. Veben de nebiler içinden sizin payınzım "(61)

  91-"Faraza Musa ve İsa bugün yaşasalardı bana uymak , beni   izlemek onların da görevi olacaktır." (62)


                                                    AÇIKLAMA

 


   Madem ki peygamberlik piramidinin   doruk noktasına oturan , Hz.Muhammed'dir, o halde her nebinin ona saygı duyması , onun temsil ettiği zirve kemal önünde eğilmesi hem aklın, hem de peygamberliğin gereğidir. 

   Hiçbir insan , uğruna mücadele verdiği  değerlerin en ideal temsilcisine boyun eğmekten çekinmez.   Çünkü böyle  çekinme,  samimiyetsizlik ve imansızlık olur.     Peygamberler bu gibi sıfatlardan arınmış benliklerdir. Onlar arasında bencillik gurur ve çekişme sözkonusu olamaz. Onların biricik davaları Allah'ın kudret ve tasarruflarını insan hayatına bir mutluluk kaynağı  halinde egemen kılmaktır. Bunu en ideal
biçimde yapansa , vahyin en son mümessili Hz.Muhammed'dir.
   O halde her Peygamber , Hz.Muhammed'e bağlı olmaktan gurur ve onur duyacaktır. Bu onların temel davalarının zaferini izlemekle eşittir.
   Hangi insan zaferini seyretmekten şikayetçi olur?...

               

61 İbn Hanbel, 3/471,4/266.

62 Aynı yer, Ayrıca bk.Mahmud,248.

 

Yaşar  Nuri Öztürk

Kendi Dilinden Hz.Muhammed


                                     -------------------------------------------------------

 

  11-  " Siz benim kıblem   (yöneldiğim yer) yalnız şu önüm müdür sanıyorsunuz ? Allah'a yemin ederim ki ben nereye yönelmiş olursam olayım , sizin benim ardımca namaz kılarken secdenizi ve rukünüzü pekala görmekteyim. Ben sizi arkamdan da görebilmekteyim." 20


                                                 AÇIKLAMA

   Bu hadisi şerif Buhari tarafından , namazın sadece birtakım fıkhi inceliklerini anlatmada kullanılmak üzre verilmiştir. İşin bu yönü isabetli olmakla beraber , bu hadisi şerifte , Son Peygamber!in şahsiyet ve peygamberliğinin , evrensel boyutlarından son derece önemli olan bir tanesi dile getirilmektedir. Onun için zaman ve mekan kaydı yoktur. Nitekim onun hayatının çeşitli dönemlerinde bu, mesafe ve zaman kaydını ortadan kaldıran duru-görü olaylarına tanık olmaktayız.
   İslam düşüncesi Son Resul'ü "ruh-i azam" yani evreni kucaklayan ruh olarak nitelendirir.  Fransız düşünürü Pascal'ın: "Evren insanı kuşatmaz, ama insan evreni kuşatır." sözü , herşeyden önce peygamberler için, özellikle son peygamber için geçerlidir. Böyle olunca da , peygamberler için , vasıtasız görme ve duyma kudreti , şaşırtıcı değildir. Mesela Hz.Peygamber , Medine 'de , oturduğu yerden kilometrelerce ötede cereyan eden Mute harbinin bütün aşamalarını , yaralananları, şehit düşenleri, sancağı elden ele dolaştıranları ile    , televizyon ekranından izlemiş gibi ve düzinelerce insanın önünde anlatmıştır. 

   Hadisin bize gösterdiği sırlardan biri de şudur; Evreni kucaklayabilme noktasına gelmiş bir ruh için her yön kıbledir. Hz.Peygamber'in burada , yönü ifade için "cihet" veya "istikamet" yerine kıbleyi kullanması ilginçtir.

    Kur'an'ın açık beyanına göre :

    " Doğu da Batı da Allah'ın'dır.O halde her ne yana dönerseniz dönün orada Allah'ın yüzünü görürsünüz." 21

 

     Belli bir yöne , kıbleye yönelmek , bir dinin bağlıları arasında birlik şuurunu , duygu ve davranış birliğini pekiştirmek vs. gibi birtakım değerler taşımakla birlikte , evrensel bir zaruret ifade etmez. Allah her yerde hazırdır. Onun için mekan ve yön sözkonusu değildir ve o halde gerçek manada Allah^'a yönelmiş insan  için yönler arasında fark yoktur.Esasen bu durumda yönden sözetmenin anlamı yoktur.

 


20 B.salat
21   Bakara,115 

 


Yaşar Nuri Öztürk

Kendi Dilinden Hz.Muhammed



                                   ---------------------------------------------------------



  38-"Her Peygamberin mutlaka kabul edilen müstesna bir duası vardır. Ben bu istisnai duamı  Allah nasib ederse , mahşer günü , ümmetim için şefaat olarak kullanmak üzere  saklıyorum." 123


                                                  AÇIKLAMA

   Hz.Resul , elindeki çok büyük bir nimeti kendi hesabına kullanmayı asla düşünmüyor, böyle bir nimeti , insanlık için bir mutluluk ve af aracı halinde değerlendirmek üzere , insanoğlunun en ağır hesabı vereceği, en zorlu ve çileli gün için saklıyor.Bunu kullanmasına Allah'ın izin verip vermiyeceğini bilmiyoruz. Bilinen şu: Bu ruh hali Kur'an'da isar yani kendinden önce başkalarını düşünme olarak ifade edilmektedir. Ve bu ruh hali son Peygamber Hz.Muhammed Mustafa ile onun ashabından bazı seçkin kişiler dışında pek az insana nasip olmuştur. Biz buna Muhammedi şefkat diyor ve onun özelliklerini , Kur'an ve hadise dayanarak şu şekilde tesbit etmiş bulunuyoruz.

     1.Muhammedi şefkat genel ve evrenseldir: Bu şefkat kendisini tanıyan ve tanımayan , kendisine inanan ve inanmayan her insana uzandığı gibi , insan dışındaki varlıklara da uzanmaktadır. Çünkü Peygamberlerin efendisi yalnız kendisine inananlara , yalnız insanlara , yalnız canlılara değil "bütün alemlere bir rahmet olarak gönderilmiştir."124

     2.  Muhammedi şefkat şikayetci olmaz: O, insanoğlunun  tarif edilemez çilelerine , küçümseme hakaret ve nankörlüklerine maruz kalmasına rağmen asla şikayetci olmaz. Kime kimden şikayet edecektir ? Onun benliği bütün kainatı kuşatmıştır. Ona isyan halinde olanlar da o büyük nbenliğin içindedirler. Bunun farkında olmasalarda bu böyledir. Ayrıca şikayet acizlik ve bencillik ürünüdür. Hak elçisinde ne acizlik vardır, ne de bencillik. Şikayet kabuğuna hapsolmuş nefsin çığlık atmasıdır. Lütuf bulutlarını , varlıkların kavrulan dudaklarını serinletmek için yaymış bir kudret , birkaç çatlak dudağın tükürüş ve yerişinden şikayetci olmaz. Varlığı kucaklayan aşk , kendi dışında birşey bulamazki şikayetci olsun .Böyle olunca da kendinden kendine şikayet etme kalıyor. Bu şikayet değil, hüzünlenme gam çekmedir. Bunun ifadesi de gözyaşıdır. Bu yüzdendir ki Muhammedi şefkat gözyaşına rahmet nazarıyla bakar. Bir hadiste şöyle buyurulmuştur: "Gözyaşı, Allah'ın rahmetidir, Allah onu sevdiği gönüllere lütfeder."125

   3. Muhammedi şefkat karşılık beklemez.: Esasen onun hizmet ve fedakarlığını karşılıyabilecek   bir nimet, insanlığın elinde mevcut değildir. Muhammedi şefkat , hizmetleri karşılığında ihanet ve nankörlük görse de rahmetini yaymaya devam eder. Onun yoluna baş koymuş büyüklerden biri olan Cüneyd el-Bağdadi (ölm.910)   bu gerçeğe şöyle parmak basıyor.:"Biz toprağa benzeriz: Üstümüze her türlü kötü ve pis şey atılır; ezilir, hakaret görürüz; fakat bizden hep güzel ve iyi şeyler çıkar."

   Bu şefkat , iyilik ve hizmetlerine karşılık kötülük ve nankörlük görünce kızmaz, öfkelenmez, iyiliği başa kakmaz.Aksine , nankörlük ve kötülükle karşılık verenlere acır ve onların iyiyi ve güzeli görmeleri için biraz daha fazla didinir.



123 D.rekaaik;Kadı Iyaz, 1/301.
124 K.Enbiya,107
125 B.cenaiz,32;M.cenaiz,11



Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed              


                                           ----------------------------------------------

100-" iki teşebbüsüm hariç , cahiliye devri insanlarının yapmakta oldukları işlerin hiçbirisini yapmayı aklımdan bile geçirmedim. O iki teşebbüsümde de Allah, benimle düşündüğüm şey arasına bir engel koydu. Ve ben , cahiliye devri çirkinliklerine asla bulaşmadan Allah bana peygamberlik görevini lütfetti.

                                              AÇIKLAMA


   Hz.Ali'den rivayet edilen bu hadis Allah elçisinin masumiyetini göstermesi bakımından çok dikkat çekicidir.
   Cenabı Hak, bir nebiyi , O'nun peygamberliği sırasında takınması gereken ahlaksal tavrın dışına çekecek hiçbir şeyle lekeletmemiştir. Bu,  peygamberler de bulunması  gereken ismet ve masumiyet sıfatlarının zorunlu bir sonucudur. Nebi,hayatın ilk devrelerini de , nübüvvetiyle temsil edeceği ahlak kurallarına uygun yaşar. Nebinin en ideal örnek oluşu , bunu gerekli kılmaktadır. Biz bu noktayı , Tasavvufun ruhu ve tarikatlar adlı eserimizde , Sünnetin Tasavvufi Verileri başlığı altında inceledik. Birkaç satır verelim : Hz.Muhammed'in hayatı, nübüvvet görevinden sonra nasıl bir seyir izlemişse ; bir şahsiyet olarak , peygamberlikten önce de aynı seyri izlemiştir. O, peygamberlikten önce de " mükemmel,  güvenilir , dürüst, merhametli, şefkatli, vefalı, insan sevgisiyle dolu barışçı vs." gibi vasıfların sahibiydi. Hatta O, İslam'ın getirdiği ve o güne kadar bilinmeyen ahlaksal değerleri , peygamberlikten önce de aynen yaşamıştır. Bu gerçekten ilginç bir noktadır. Mesela alkollu içki içmek , İslam tarafından yasaklanmıştır. Ve bu yasak İslam'ın sonraki zamanlarında vahyedilmiştir. Bütün müslümanların alkollu içkiler kullanma konusunda tam  bir serbestliğe sahip bulundukları zamanlar vardı. İşte bu zamanlar zarfında bile , Hz.Peygamber alkollü içkileri ağzına koymamıştır. Bu örneğe ekleyeceğimiz epey şey vardır; ancak biz burada bahsi uzatmak istemiyoruz.

   İslam Peygamberi, nebilik görevini üstlenmeden önce de mistik bir hayat yaşadı.  Bütün İslam tarihçileri onun , nebi oluşundan önce , inzivaya çekildiğini , hatta en ileri bir mistik tavır içinde dağlara çıkıp mağaralarda iç dünyasını dinlediğini , uzun düşünce devreleri yaşadığını nakletmektedirler. İslam vahyi de ona böyle bir inziva anında , Mekke yakınlarında ki Hira mağarasında gelmişti.

   Doğruluk , dostluk, şefkat ve merhametle doluydu. Herkes en kıymetli ona emanet ederdi.  En çarpraşık çekişmelerde O, ideal bir barış unsuruydu. Daha çocukluk yıllarında , onun iştirak ettiği yağmur duaları, mutlaka yağmurla sonuçlanırdı. Mekkelilerin geleneklerine ters düşen ve fakat sonradan vahiy ile belirlenen bir takım davranışları , daha o zamanlarda benimsenmişti. Mesela hiçbir şekilde çırılçıplak dolaşmazdı. Yemesinde, yatmasında, konuşmasında , sosyal münasebetlerinde herkesin dikkatini çeken bir başkalık , bir üstünlük vardı. Bu hali ona bütün Mekkelilerce"Muhammedü'l-Emin" (güvenilir inanılır Muhammed) lakabının verilmesine yol açmıştı. Kısaca O peygamberliğinden önce de , tasavvuf ahlakının bütün meziyetlerini benliğinde toplamıştı.Onun bu yönüne biz , kendisinden bahseden bütün Siret kitaplarında rastlıyoruz.

   Hadisin işaret ettiğiiki teşebbüse gelince Hz.Peygamber'in bizzat kendisi bunu böyle anlatıyor: " Benimle birlikte koyun güden gençten şunu rica ettim: "Sen benim koyunlarıma göz kulak ol da ben Mekke'ye gidip gençlerin oluşturdukları kadınlı-müzikli eğlencelere katılayım." Sonra çıkıp Mekke'ye vardım. İlk eğlence yerinden müzik sesleri geliyordu. Yaklaşıp seyretmeye başladım.O anda olan oldu; yerimde uyuya kalmışım.Beni uyandıran güneşin ışıkları oldu. Böylece hiçbir şey yapmadan geri döndüm.İkinci kez yine aynı niyetle teşebbüse geçtiğim de yine aynı şey oldu. Ve ben de bir daha böyle bir yola girmedim.


83 Kadı Iyaz, 1/175-176.
84 Kadı Iyaz, 2/545


Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed


              ------------------------------------------------------------



  50 . "Ben sizin, kıyamet gününde ödülü en büyük olanınızım. Çünkü ben , hem kendi amellerim karşılığında , hem de bana uyanların amelleri karşılığında mükafat alacağım."155


                                     AÇIKLAMA


   Bu hadis İslam'ın evrensel kabullerinden birinin Hz.peygamber'e uygulanışını ifadeye koymaktadır ; kişi hem yaptığı iyiliklerin karşılığını alacaktır, hem de yapılmasına sebep olduğu iyiliklerin .bunun formule edilişi , yine Hz.Peygamber'in diliyle şöyledir.:"Kim bir hayra delalet ederse , o hayrı işleyenin elde edeceği karşılık ona da aynen verilir." 156
  

   Ve kim bir güzel yol ve tavır ortaya koyarsa , o yol ve tavrın mükafaatını aldığı gibi , o yol ve tavır üzre hareket edenlerin kazanacakları mükafatları da aynen alır. Bir kötü yol ve tavır ortaya koyan da , onun karşılığı olan cezaya çarptırıldığı gibi , o yol ve tavır üzre hareket edenlerin maruz kalacakları cezaya da aynen çarptırılır." 157
  

   Ve : " İnsanlar içinde hayra anahtar olanlar bulunduğu gibi , şerre anahtar olanlarda bulunur. Müjdeler olsun o kişiye ki , Allah hayrın anahtarlarını o kişinin eline koymuştur. ve yazıklar olsun o kişiye ki Allah şerrin anahtarlarını o kişinin eline koymuştur." 158
 

    Hayır ve şer konusunun evrensel prensiplerinden biri de bu olduğuna göre, ölümsüz gerçeği insanlığa anlatıp kitlelerin sürekli hayrına vesile olan Allah elçisi o kitlelerin elde edecekleri mükafaatların toplamı kadar ödüle elbette layık olacaktır.



155 D.1/131.
156 M.imaret,133;T.İlim,14
157 İM.mukaddime,14
158 İM.mukaddime, 19


Kendi Dilinden Hz. Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk




                                       ------------------------------------------------------------



   30."Ben adaletli olmazsam , başka kim adil olabilir ! " (103)


                                               AÇIKLAMA


   Bu hadis  , bir ganimet taksimi sırasında , Hz.Peygamber'in adam kayırdığını sanan bir bahtsızın : " adaletli davran, ey Muhammed , adaleti gözetmiyorsun " sözü üzerine söylenmiştir. Adamın sözü üzerine öfkelenen Hz.Ömer: "Ey Allah'ın Resulu, bırak da şu münafıkın boynunu vurayım" demişse de Hz. Peygamber müsade etmemiştir. Ancak bu bahtsız tiplerin akibetini şu sözlerle anlatmaktan da geri kalmamıştır: "Bunlar Kur'an'ı okurlar ama, Kur'an gırtlklarından aşağı inmez. Ve bunlar, okun yaydan fırladığı gibi dinden fırlayıp çıkarlar." Böylece Allah Resulu kendisine itimatsızlık gösterenlerin Kur'an ve dinden asla nasip alamayacaklarını vurgulamış oluyordu.
   Hadisin evrensel  mesaj yönüne gelince: Bütün güzelliklerin ve iyiliklerin en ideal anlamda toplayıcısı olan Son Resul, elbette ki adaletin de en mükemmel temsilcisi idi. Onun yukardaki sözü, cümle yapısı ve ifade tarzı esas alınınca şu anlamları vermektedir: Ben adil olmazsam, adalet için örnek alınacak başka kimse kalmaz. Ve: İnsanlar az veya çok adaletten sapmaktadırlar. Ben, yalnız ben, adaletten asla ve asla sapma göstermem. Hal böyle iken sen nasıl olur da beni adaletsizlikle itham edersin?..."
   Hadisin rivayetlerinde şu sözlerde vardır:"Eğer ben adil olmazsam, sen kayıp ve felakete uğrarsın." Bir başka rivayet şeklinde ise cümle şöyledir:"Eğer adil olmazsam, hüsrana uğrarım."
   Bu iki ifade de ölümsüz bir realiteye ışık tutar. Eğer, Allah Resulu adaletin dışına çıkarsa hem biz felakete uğrarız, hem O. Çünkü bu durumda, o, görevini yapmamış olur, biz de örnek alacak kimse bulamayız.
   Olayda ibret alınacak bir nokta da Hz. Peygamber'in bağışlayıcılıkla büyüklüğüdür. Kendisi böyle bir kabalığı göstermiş bu kişinin tartaklanmasına müsade etmemiş, onu bağışlamıştır.
   Bu olayı değerlendiren Kadı Iyaz (ölm.544/1149), Hz. Resul'un bağışlayıcılığına örnek olarak bir çok olay daha kaydediyor.  104 Bazılarını, biz de verelim:
   Tanrı Elçisi h. 4 yılındaki Zaturrika' seferi sırasında bir ağaç altında dinleniyordu. Kendisini izleyen düşmanı Ğavres b. Haris karşısına dikildi. Kılıç elindeydi. Hz. Peygamber'e dedi ki: "Söyle bakalım, seni benden kim kurtaracak?" Hz Resul, ayağa fırlayarak haykırdı: "Allah!" Ve kılıç adamın elinden düştü. Bu kez kılıcı Allah Elçisi almıştı. Seslendi adama: "Peki, şimdi seni kim kurtaracak?" Adam yalvardı:" Sen yüce ruhlu bir insansın, beni bağişla!"
   Ve bağışladı ve doğruca kabilesine koşarak önüne gelene seslenmeye başladı: "Ben, insanların en yücesinin yanından geliyorum."
   Allah Resulu, bir başka gün, kendisini zehirlemek isteyen bir Yahudi kadını bağışlamıştı.
   Kendisine en iğrenç oyunları tezgahlayan münafıkları hep bağışlamış; onların, hiç değilse elebaşlarını öldürmek isteyenlere şu cevabı vermiştir: "Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor" demelerini mi istiyorsunuz?
   Kendisini öldürmeye gelmiş birini yakalyıp huzuruna getirmişlerdi. Adamın öldürülmesini istediler. Buyurdu ki: "Bırakın gitsin, Allah beni korur."
   Aynı şekilde, Ten'im kabilesinden, kendisini öldürmek üzere gelen 80 kişilik bir grubu yakalayıp huzuruna getirdiler ve cezalarının verilmesini istediler. Resulullah, bunlarında hepsini serbest bıraktı.
   Onun bu affediciliğinin temelinde, insanı, Allah'ın aziz bir varlığı görme espirisi yatıyordu. O, insanların gönüllerni coşturmak ve onları mutlu etmekten sonsuz bir zevk duyardı. Kur'an, O'nun bu eşsiz ruh yüceliğine şöyle değiniyor: "Ey iman edenler! Size izin verildiği zamanlar dışında , Peygamber'in evine girmeyin; girmek içinde yemek vaktini bekleyip durmayın. Çağrıldığınızda gidin, fakat yemeği yiyince hemen dağılın. Orada söze-sohbete durmayın. Böyle bir şey yapmanız Peygamber'e sıkıntı verir, fakat o, utangaçlığından dolayı size gitmenizi söyleyemez." 105
   İnsanın kalbini kırmak endişesi, Allah Resulünü, işte böylesine bir hakkı bile kullanamaz duruma getiriyor. Yukarıda verdiğimiz ayet, bu ölümsüz gerçeğe, ölümsüz bir ifadeyle ışık tutuyor.
   Hz. Aişe diyor ki:" Allah Resulü, birisinden hoşa gitmeyen bir davranışı duyduğunda, olayı, o kişinin adına izafetle anarak, " falanca neden böyle yapıyor?" demezdi. Söyle konuşurdu: "Bazı insanlara ne oluyor da, şöyle şöyle yapıyorlar?"
  

103 B.menakıb , 25; Kadı Iyaz, 1/138
104 bk.Kadı Iyaz , 1/138-154
105 Ahzab, 53


Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed


                                     -------------------------------------------------


   51. "Ben , Allah'a şükreden bir kul olmayayım mı ? " (59)


                                   AÇIKLAMA


   Hz.Peygamber bu sözü , kendisine neden bu kadar ibadet ettiğini , Allah'ın en büyükelçisi olarak ibadete ihtiyaç hissetmesinin nedenini soranlara söylemiştir.
  
   İbadeti , Yaratıcı ile bir kaynaşma , kucaklaşma değil  de , bir alış-veriş veya menfaat aracı gören zihniyet , bir nebinin , özellikle nebilerin sultanı bir zatın , ibadet düşkünlüğünü garip karşılayabilir. Oysaki esasında ibadet, ölümsüz bir sevgiliyle ölümsüz bir vuslat arayışıdır ve bu anlamda bütün hayat bir ibadettir.
  
   Bir Peygamber söz konusu olduğunda bir başka nokta daha dikkat çeker : Allah elçisi sıfatıyla bir nebi , maddede ve ruhta modeldir. Nebi,  hayatını,  hitabettiği
kitlenin tüm fertlerini dikkate alarak düzenliyecektir. O kendi seviyesine yakın bulunan seçkinleri düşünmekle yetinemez.  O halde nebi bir rahmet modeli olarak , ibadetten ruhsal yükseliş bekliyecek en alt seviyedeki insanı da dikkate alarak titiz
davranacaktır. Filozof tiple nebi tipin farklarından biri de budur ki , nebi hitabettiği yığınların tümünün ihtiyaç ve özlemlerine cevap veren bir model hayat izler; sadece elitlere tatmin getiren bir hayat yaşamaz.
  
   Hadis , meseleye bir başka boyut getirmiştir ki , bir mucize ifadedir: Hz.Resul ibadet edişini şükürle açıklıyor.
  
   Şükür , verilen ve artması istenilen nimetler karşılığı icra edilen bir kulluk tavrıdır. İbadetle ulaşacağı hiç bir makam olmayan Son  Peygamber , ibadetlerini , böylesine yüce bir nimetle kendisini ödüllendiren Allah'a şükrünü ifade için sergiler. 
  
   O halde her hal ve şartta ibadet gerekir. Ulaşacağı makamlar bulunan kul onları elde etmekiçin , iç aydınlığı  gertçekleştirmiş, Kur'an'ın deyimiyle yakine ermiş kul  (160)       ise sahip bulunduğu nimetlerin şükrünü eda için ibadet etmelidir.
  
   Allah Resulu Hz. Muhammed , sayılan gerçeklerin hepsine birden cevap olacak bir yaklaşımla , ümmetinin en fazla ibadet eden ferdi idi. Normal insanlara farz olmayan ibadetler bile ona farzdı.Teheccüd (gece namazı), savm-visal (iftar etmeden ard arda oruç tutma ) vs. bu türdendir. Bütün kaynaklar Cenabı Resul'ün bazı geceler, ayakları şişinceye değin namaz kıldığını yazarlar. Sahabiler onun ibadet sırasında için için ağladığını ve bu halin dakikalarca sürdüğünü bildiriyorlar. Bu coşku ister sevgiden doğsun , ister ürperişten , iki halde de doruk noktayı Peygamberler sultanı temsil eder.
  
   Engin bir ruh , hayat mucizesinin sahibi ve ölümsüz nimetlerin sunucusu bir Zatı Mutlak'a özlem ve bağlılığını başkanasıldile getirir...

159 İS.1/384, 2/209.
160 bk.K.Hicir ,99


Kendi Dilinden Hz. Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk


                                          ------------------------------


   80-" Şu bir gerçek ki bana lütfedilen en büyük mucize , Allah tarafından bana vahyedilen   Kur'an'dır. Umarım ki mahşerde , bütün peygamberler için de ümmeti en kalabalık olan ben olurum.


                                              AÇIKLAMA


   Yaratıcı Kudret'in insanoğluna sunduğu iki kitabı vardır. Tabiat ve Kur'an. Bunların ilki şekil, ses, koku ve renklerle hitap; ikincisi kelime ve anlamla hitaptır. Yaratan bunların ikisini de "Kitap" olarak anmaktadır. İkisi de insanın okuması ve gerekli anlamı çıkarması için var edilmiştir. İkisinin yaratıcısı da Allah'tır. İnsanoğlu onlar üzerinde orjinal hiç bir değişme ve ilave yapamaz, sadece onları yorumlar.
  
   İnsan ikinci bir kainat , ikinci bir tabiat var edemediği gibi , ikinci bir Kur'an'da vücuda getiremez. İnsan çağlar boyu tabiatı renkler , şekiller ve sesler halinde yorumladığı gibi , Kur'an'da yorumlar. Bu yorumların hiçbiri ne tabiat olmuştur. , ne de Kur'an... Bu öylesine değişmez bir gerçektir ki , Kur'an tebliğcisi Hz.Muhammed'in yorumları bile Kur'an değildir.

   İnsanlık tarihinin hiç bir kitabı , eseri, belgesi Kur'an'ın erdiği mucizeye eremedi. Kur'an dışında hiç bir metin ,kelimesi kelimesine harfi harfine , noktası noktasına ezberlenip çağlar ve çağlar okunmadı.

   Kur'an , tıpkı yaratıucı Kudret gibi , iç benliğinde asla tükenmeyecek yeni doğuş ve oluş rüyaları taşımaktadır. Her şeyi eksiltip yiyen zaman onu yenilemektedir. Zamana yenik düşmek ve sürekli taze ve  kalmak olgusuna "Kur'an mucizesi" denmiştir. Bu mucizeye dayanarak Kur'an zaman tarafından eksitilemeyeceğini ve hiç bir devirde bir benzerinin vucüda getirilemeyeceğini, kendisinin eşsiz meziyeti olarak öne sürer ve aksini düşünenlere açıkça meydan okur. Bu meydan okuyuşa bugüne kadar cevap veren çıkmamıştır. O,şöyle diyor: "Eğer kulumuz o Peygambere indirdiğimiz Kur'an'dan kuşkulu iseniz , hadi siz de onun benzeri bir sure getirin.... Bunu yapamazsınız. " (38)


38 Bakara , 23-24


Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed


                     ------------------------------------------


    57."Allah'a yemin olsun ki; ben, hem gökte Emin'im hem de yer yüzünde Emin'im" 177
 

AÇIKLAMA

   Hz. Peygamberi'in Emin diye anıldığı hepimizce bilinmektedir. Yalan, aldatma, hile, vefasızlık, vs. gibi huylardan tamamen uzak bulunduğu için, ta çocukluğundan itibaren Emin Muhammed (güvenilir, inanılır Muhammed) diye anılmıştır. Bu sıfatı onun için dostları ve düşmanları ortaklaşa kullanırdı. Düşmanları bile, en kıymetli emanetlerini ona teslim ederlerdi. Bilirlerdi ki, o emanete hıyanet etmez.

   Allah Elçisi, bu Emin sıfatının sadece yeryüzünde değil, göklerde de geçerli olduğunu haber veriyor ki; "Alemlere rahmet" olarak gönderilmiş bir nebi için zaten başkası düşünülemez. O, göklerde de Emin diye anılır.

   Emin kelimesi, iman, emanet, emniyet, mümin kelimeleriyle aynı kökten gelmektedir. Kendisini güvenilen ve kendisi de başkalarına güvenen kişi demektir. Gerçekten de, Cenabı Peygamber, başkalarının güvendiği insan olmasının yanı sıra, insanlara güvenen kişi olarak da ünlüdür.

   İnsana saygının güven kavramı açısından iki görünümü vardır: Pasif görünüm, aktif görünüm. Birincisi başkalarına güvenmek, insanların söz ve beyanlarını gerçeğin ifadesi kabul etmek; ikincisi de güvenilir olmaktır.

   Allah Elçisi'nde bu iki görünüm en ileri derecede birleşmiştir. Düşmanlarının bile beyanlarına inanırdı. Ancak böyle bir ruh, aldatılmış olmayı en büyük hakaret ve kötülük sayar. Nitekim Hz. Resul'ün, yalan ve aldatıcılıktan çok rahatsız olduğunu, yalan beyanla aldatan insanları asla affetmediğini biliyoruz. Prensibi şöyle koyuyor: "Aldatan bizden değildir." Ve: "Ahde vefası olmayanın, imanı da olamaz." Ve: "Mümin aynı delikten iki kez geçirilemez."

   Emin niteliğinin iman, emanet ve emniyetle ilgisi hem filolojik, hem de kavramsal yönden açıktır. Nitekim; imanın, mümin olmanın, emanete saygının ve emniyetin Emin'le ilgisine işaret ettik.

   Emin niteliğinin kişilik açısından değerlendirilmesine geldiğimizde şunu görüyoruz:

   Emin olmak her şeyden önce kişinin kendi içinde kendinden ve inancından emin olmasıdır. Hz. Peygamber, emin olmasının bu merkezdeki tecellisi'ne ışık tutan bir tavrı, putperestlerin "davandan vaz geç, ne istersen verelim, istersen seni başımıza reis yapalım." demeleri üzerine sergilemiştir. Cevap olarak şöyle diyor onlara: "Eğer güneşi sağ yanıma, ayı sol yanıma getirip koysanız, bu tebliğ görevimden yine de vazgeçmem." İşte, emin kişinin kendi iç dünyasında kurması gerekn emniyet budur. Bu, müminin, kendisine, Yaratıcı tarafından yüklenen kozmik emaneti taşıma kararlılığının da bir tecellisidir.

   Emin sıfatının insanın dışındaki yani çevredeki tecellisi ise kişinin başkalarına güven vermesidir. Bugün güven vermeyenlerin, yarınlara ilişkin vaadlerine kimse inanmaz. Bugünü cehenneme çevirenlerin yarınki cennet iddialarına kimse ilgi duymaz. İman ve misyon adamı, önce bugün güven veren adamdır. Yarınlara ilişkin sözleri ancak o zaman değer ifade edebilir.

   Çevreye güven verme, kişinin en yakınlarına, komşularına, ülkesine ve nihayet tüm insanlığa güven vermesi halinde, iç içe daireler ortaya koyar. Allah Resulü şöyle diyor: "Mümin o kişidir ki, insanlar canları ve malları konusunda ondan emin olurlar."

   Bu genel çerçevenin, başlangı. dairesi diye kabul edebileceğimiz kısmına da şöyle ışık tutuluyor. "Komşusu eziyet, sıkıntı ve kötülüklerden emin olmayan kişi mümin olamaz."

   Emin niteliğini merkezde çevrede gerçekleştirebilmiş bir benliktir ki, imanı bir yaratıcı aktivite olarak hayatın içine sokar ve insanlığı yeni ve aydınlık ufuklara doğru çeker. Bu, tanrısal emanetin hakkını vermektir ki insanın bütün yücelik ve ölümsüzlüğünün altında yatan sırdır.

   Kısacası, Cenabı Resul bize gösteriyor ki, emin olamayanlar, mümin de olamazlar.

  

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi DilindenHz.Muhammed

                                   -----------------------------------------

 

  102- " Cennete yaklaştıracak hiçbir şeyi size emredilmemiş halde ve ateşe yaklaştıracak hiçbir şeyden sizi nehyedilmemiş  halde bırakmadım."86

                                  
                                    AÇIKLAMA


   Hz.Resul, nübüvvet kurumunun son ve mükemmel temsilcisi olarak , insanoğluna vahiy eliyle sunulacak değerlerin tamamını en ileri boyutta getirmiş ve tebliğ etmiştir. Akıl yoluyla elde edilecek değerlerse , insan var oldukça keşfedilmeye devam edecektir.
   Vahyin sunduğu değerler , bazen prensip-ufuk değerler , bazen de detay değerlerdir. Her iki halde de akıl işin içinden çıkamıyacağından Yaratıcı , vahiy elini uzatır. Şunu da unutmamak gerekir ki , vahiy genellikle birinci kategoride değerler sunar ve detayları insanın cehdine (içtihad da bu cehd kökündendir ) ve aklın işletilmesine bırakır. Akıl ve ilham , prensip ufuk değerlerin aydınlığında yürüyerek ulaşılacak yeni aşamaları , insanlığın vardığı yeni tekamül boyutlarında yakalarlar.
   Açıkladığımız hadis büyük sahabi Ebu Zerr el-Gıfari'nin şu güzel sözüyle iyice aydınlık kazanıyor:" Allah Elçisi bu alemden ayrılıp gitti, fakat gökte kanatlarını çırpan her kuş ondan bize bir ilim hatırlatıyor." (87)   Hz.Peygamber'in bıraktığı miras , detaylardan çok detayları , sapmadan, bulandırmadan yakalamanın prensiplerini vermektedir. Ebu Zerr bunu , son derece isabetli olarak ilim sözüyle ifade etmiştir. Esasen vahyin ilk emri, bu nüktelerin nüktesine dikkat çekerek"oku" demiştir. Denebilirki , Kur'an'ın en önemli ve hayati emri bu " oku" emridir. Başka bir deyimle , oku emri, diğer bütün emirlerin hedefine varmasını sağlayacak temel emirdir. 
   İslam dünyası, çağlardan beri bu temel emri ihmal etmekte , bu ihmalin bıraktığı boşluğun başka bir emirle doldurulamıyacağını gereğince farkedememektedir. Biz müslümanların  temel sıkıntısı , bu temel emri ikinci plana atmış olmaktan kaynaklanıyor.
   Vahyin gerek prensip ufuk değerleri , gerekse detay değerleri , Kur'an'da toplanmıştır. Ankebut suresi 51.ayet bu noktaya ilginç bir biçimde dikkat çeker: "Bizim sana indirdiğimiz bu kitap ki
kendilerine okunmaktadır onlara yetmiyor mu ? Şu bir gerçek ki , bun da inanan bir topluluk için hem mutlak bir rahmet hem de bir öğüt vardır. "
     Vahyin son ve mükemmel toplayıcısı Kur'an olduğuna göre O'nun yerine hiçbir kitabı vahyin mümessili olarak koyamayız. Bir başka deyimle, Kur'an ,kendinden önceki vahiy ürünlerinin hepsini ve onlarda olmayanları bize sunar. Bu demektir ki,önceki ürünlerin hiçbiri Kur'an'ın yerine geçemez; ama Kur'an onların hepsinden müstağni kılar. Yüzde yüz aynı gibi görünen konularda bile ,Kur'an'ın verdiğini bir başka vahiy ürünü veremez. Çünkü Kur'an , konuya ek olarak yeni perspektif ve kompozisyon getirmiştir. Konuyu,insanlığın ulaştığı son tekamül aşamasına göre sonuca bağlayan, odur.
   Bu bakımdan biz , insanlık kemalinin burcuna oturmak isteyen bir gayretin , Kur'an yolundan geçeceğine inanıyoruz. Asgari kutuluş şartlarına gelince ,Kur'an orada şirkten sıyrılmış olmayı yeterli çerçeve kabul eder. Ona bir diyeceğimiz yok . Ancak kemal yolu Kur'an ve Muhammedin yoludur. Kemale aşık olanlar , çifte standart uygulamaktan vazgeçmek durumundadırlar. Bu anlamda Kur'an kendinden önceki tüm vahiy ürünü kitapları neshetmiştir, hükümsüz kılmıştır. Allah'ın iradesine ve nebilerin yoluna hizmet , hükümden düşmüş ürünlerin tekrar devreye girebilmelerine destek aramak değil, kemal burcunun reçetesini,programını veren kitabın insan ruhuna iyice yerleşitirilmesine yardımcı olmaktır. 
   En yeni ve en güzelin açtığı yolun rahatlığı varken eskinin ve eksiğin dikenli patikalarında çırpınmak niye? ... Bu çırpınışı sezenlere acırız, onları horlamayız ama son ve kamil yolun en emin erdirici olduğunu ilan görevimizi yaparız.
   Ve biliriz ki , bu noktada temel ilke Son Resul'ün şu sözüdür. " Bir ümmete karanlığa düşme olarak , kendi nebilerine indirilen kitabı bırakıp da daha önceki nebilere indirilen kitaplara uymak yeter. " 88
   Nebi , Muhammed aleyhisselam ;kitap Kur'an ; ümmet de bütün insanlıktır. Ve insanlık , Hz.Muhammed'i farkedememenin veya gereğince anlayamamanın vücut verdiği karanlığın kahrını yaşamaktadır.


86 İbn Kayyım; Celâu'l-Efham,140
87 bk.İbn Kayyım ; Celâu'l-Efham,141
88 İbn Kayyım; Celâu'l-Efham,140


Kendi Dilinden Hz.Muhammed
Yaşar NuriÖztürk


                             -------------------------------------------

 40-" Biz peygamberlerin ıstırabı şiddetlendirilmiş buna karşılık Allah katındaki değerimiz de yüceltilmiştir. Mükafatımız kat kat fazla olacaktır. Bu yüzdendir ki insanların ıstırap bakımından en önde
olanları peygamberler, sonra da diğer barış yolcuları (salihler) dir. onların her biri bir ıstırapla yüz yüze getirilmiştir: Kimisi örtünecek bir giysi bulamayacak kadar yoksullukla , kimisi- mesela- kendisine öldüresiye musallat olan bit ve keneyle imtihan edilmiştir. Ve şu bir gerçekki onların her biri , ıstıraplarla, sizin lütuf ve nimetlerle sevindiğiniz gibi sevinmişlerdir." (1130)


                                         AÇIKLAMA
 
   İnsanı ideal ufuklara çekmek ve onun gönlünde sonsuzluk sevgisini yeşertmek için onu nimet , para ve mala köle olmaktan kurtarmak lazımdır. Peygamber'in yaptığı da budur. Müslümanlar , mal ve para aşkını ölümsüzlük sevgisine tercih eder hale geldikten sonra gerileyip çöktüler. İslam Peygamberi bu gerçeğe , daha ilk günlerde parmak basarak şöyle buyurmuştur: "Her ümmetin bir bozguncu felaketi vardır, benim ümmetiminki de maldır." Burada , mala sahip olmakla mala köle olmayı birbirinden ayırmanın gerektiği açıktır. İstenen , sahip olmamak değil, sahip olunan şeylere kul olmamak ve onları idealleri için harcayabilmek niyeti taşımaktır.
   Sonsuzluğu geçici nimetlere tercih etmenin ölçüsü ıstırapla yoldaş olmaktır. Bu yüzdendir ki , İslam tarihinin destanlaşmış büyükleri hep ıstırabı övmüş ve onunla kucak kucağa yaşamışlardır.
   Istırabın erdirici değerinin farkında olmak , israf ve lüks düşkünlüğünden uzak durmakla da belirginleşir.
    Kur'an , insan hayatına , selamete erdirici değer olarak getirdiği aydınlıklar içine "israf ve savurganlıktan kaçınma " gerçeğini de koymuştur. Bu demektir ki israf ve savurganlıktan kaçınma  insan hayatında psikolojik , sosyolojik planda çok önemli bir rol oynuyor. Aksi halde , yaradılış kanunlarının insana ilişkin kısımlarını toplayan Kur'an'a girmezdi bu yasak. (131)
 

130 İS.2/208.
131 İsraf yasağı için bk.A'raf
       31;İsra,27;Furkan,67.


Kendi Dilinden Hz.Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

 

                                     -----------------------------------------


   67-"Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi : Kadınlar, güzel koku ve namaz ki gözümün aydınlığı ona konmuştur. "204


                                     AÇIKLAMA


   Bu hadisin en güzel açıklamasını , İslam düşünce tarihinin ölümsüz burçlarından biri olan Muhyiddin İbn Arabi (ölm.1240) yapmıştır. Fususul Hikem adlı şaheserinin Hz.Peygamber'i anlatan son bölümü bu hadisin açıklamasından oluşmaktadır. Kısmen özetleyerek verelim.
   "Sizin dünyanızdan bana üçşey sevdirildi " buyurdu. Önce kadını ve güzel kokuyu andı, sonrada namaz onun gözünün ışığı kılındı. Hz.Peygamber kadını önce zikrederek namazı daha sonra söyledi. Bunun sebebi , kadının ilk zuhurda erkeğin bir parçası olmasındandır. Nasıl ki insan da Hak'kın zuhurundan bir parçadır. Hak ise insanın aslı ve ilk kaynağıdır. Bundan dolayı insanın kendi nefsini bilmesi Rabb'ını bilmesine bir başlangıçtır. Çünkü insanın Rabbını bilmesi de kendi  nefsini bilmesinin neticesidir. Bu hakikati belirtmek için Hazreti Muhammed  "Nefsini bilen kimse Rabbını da bilir " buyurdu. Şu hale göre sen dilersen bu haberde onu bilmenin imkansızlığına ve ona erişmek hususundaki aczine kail olursun ki bu inanış Tanrı hakkında caizdir ; dilersen onu bilmenin varlığı ile hükmedersin. Evvelki bakıma göre sen kendi nefsini bilmediğini anlamış olursun, ikinci bakıma göre de nefsini bilmiş , bu suretle de Rab'bını bilmiş olursun.
   Hazreti Muhammed Aleyhisselam Rab'bına en açık bir delil oldu. Çünkü alemin her cüzü kendi aslı olan Rab'bına delildir. Bu itibarla meseleyi iyi anla. Hazreti Muhammed'e kadın sevdirildi, o da kadınlara müştak oldu. Bu iştiyak da Küll'ün kendi cüz'ün özleyişi cümlesindendir.
Çünkü o yukarıda sözü geçen hadis ile Hak'kın bu unsurlar aleminin yaratılışı hakkında beyan buyurduğu ; " Ben , Adem'e ruhumdan nefhettim " (205) sözündeki hikmetin iç yüzünü açıkladı. Bundan sonra Hak kendi nefsini de insanın yüzünü görmek hususundaki şevk ve arzusunun şiddeti ile vasfetti... Hak'kın bu iştiyakı ise Likai Has yani engelsiz olarak kuluna kavuşma arzusudur...
   Allah insana kendi ruhundan üflediğini beyan etmekle netice de kendi nefsine iştiyak göstermiş oldu. Bilmez misin ki insanı kendi sureti üzere yarattı. Çünkü o kendi ruhundandır. 
   Bundan sonra Allah , insan için yine insan sureti üzere başka bir şahsı üretti,ona da kadın adını verdi. Kadın kendi sureti üzere zahir olunca ona müştak oldu. Bu hal birşeyin kendi nefsine iştiyak duymasıdır.Kadının erkeğe vurgunluğu da birşeyin kendi yurduna düşkünlüğüdür. Şu izahımıza göre insana kadın sevdirildi , çünkü Allah'da bizzat kendi sureti üzere halk ettiği kimseye muhabbet gösterdi , nuırdan yarattığı meleklerin mevki ve mertebeleri daha yüce ve tabii alemden neş'et etmiş olmalarına rağmen bunları insana secde ettirdi. İşte ( erkekle kadın ve Hak ile insan arasındaki ) münasebet burdan başladı. Halbuki suret (şekil ve , görünüş) münasebet cihetinden en büyük ve en azametli ve mükemmel vasıtadır. Çünkü suret , tek olan varlığı çiftleştirdi. Yani Hak'kın vucüdünu ikileştirmeye sebep oldu. Nasıl ki kadın da yaratılışıyla erkeği ikileştirdi ve onu kendine eş kıldı. Şu duruma göre Hak , erkek ve kadın olmnak üzere bir üçlük meydana geldi. Bu arada erkek , kadının kendi aslına iştiyakı kabilinden olarak kendi aslı olan Rab'bına müştak oldu. Şu halde Allah kendi sureti üzere olan kimseyi sevmekle beraber ona da kadını sevdirdi. O halde erkeğin muhabbeti hem kadına hem de kendisini yaratan Hak'ka karşı oldu. İşte bunun için Hazreti Muhammed Aleyhisselam " bana kadın sevdirildi " buyurdu. Çünkü kendi sevgisi ancak Rab'bının suretiyle ilgili olduğundan kendi nefsinden bahisle "Ben sevdim" demedi. Bu suretle kendi kadınına karşı olan sevgisini bile Allah'a nispet etti. Çünkü Hazreti Peygamber kadın sevgisini , Allah'ın kendi sureti üzere olan mahlukuna muhabbeti gibi ilahi ahlaka uymak için dilemiştir.
   Erkek kadını sevdiği için vuslat istedi. Yani muhabbetteki vuslatın gayesini diledi. Unsurlardan ibaret olan bu yaratılış suretinde cinsel ilişkiden daha büyük vuslat yoktur. Bundan dolayı şehvet duygusu vücudun bütün zerrelerine yayılır ve bu sebeple insan (vuslatı) müteakip gusul etmekle emrolunmuştur. Beden de şehvet hasıl olunca insan nasıl genel bir sarsıntı ile kendinden geçiyorsa temizlik ve yıkanma mecburiyeti de o nispette genel oldu. Çünkü Allah , gayreti yönünden kulun kendisinden başkasıyla zevk ve lezzet duymasını istemez. Şu hale göre insan (zevk ve şehvetle) kendinden geçtiği diğer bir insan vucüdunda Hak'kı görmek ve ona dönmek için bedenini gusl ile temizler. Çünkü bundan başka birşey olmaz. Erkek sevgi esnadında (Hak'kı kadında görürse onun bu görüşü munfail (pasif) de olur. Fakat  kadının kendisinden zuhur etmiş olması bakımından Hak'kı kendi nefsinde görürse onu fail (aktif) de görmüş olur.     Erkek kendisinden zuhura gelmiş olan şeyin suretini hatırına getirmeden Hak'kı kendi nefsinde görürse bu görüş munfail ve vasıtasız olarak Hak'tandır. Şu halde erkeğin Hak'ka ait görüşü kadında daha tam ve kamil olur. Çünkü o Hak'kı hem fail hem de munfail olması bakımından görür.Kendi nefsinden görüşü ise bilhassa erkeğin munfail olması dolayısıyladır. İşte bu sebeple Hazreti Muhammed Aleyhisselam Hakk'ın kadında bu tam görünüşünden dolayı kadına muhabbet etti. çünkü Hak , maddeden ayrı olarak ebediyyen görülmez. Zira Allah , zatı itibariyle alemlerden ganidir. Demek ki Hak'kı görüş bu bakımdan imkansız ve görünüş ancak maddede mümkün olacağından Hak'kın kadında görünüşü şühudun en büyük ve mükemmel derecesidir. Vuslatın en büyüğü ise kadın ile erkeğin çiftleşmesidir. Çünkü bu , Hak'kın kendisine bir halife seçmek için kendi sureti üzere yarattığı mahluka karşı gösterdiği ilahi teveccühün karşılığıdır. Adem bu vuslatta kendi  nefsini görür Allah Adem'i tesviye (düzgün halekoyma) ve tadil (değiştirme) ile kemale erdirdi. İlahi nefesi ile kendi ruhundan ona üfledi. Böyle olunca Adem'in zahiri halk (madde) batını Hak oldu. Allah bundan dolayı Adem'i bu insanlık heykeli için tedbir ile vasıflandırdı. Çünkü Allah ,işleri gökten tedbir eder. Gök ise arzın üstündedir. Arz da alçak alemin en alçağıdır. Çünkü o unsurların en aşağı tabakasıdır.
   Hazreti Muhammed kadını Nisa kelimesiyle ifade etti. Bu kelime tekil kipi olmayan bir çoğuldur. Bundan dolayı Hazreti Peygamber , " sizin dünyanızdan bana üç şey sevdirildi . Nisa ..." buyurdu. Mer'e ( yani müfret manasıyla bir kadın ) demedi. Bu sözüyle yaratılışta kadının erkekten sonra geldiğine işaretle tertibe riayet etti. Çünkü arap dilinde Nüs'et masdarı tehir=geciktirme manasınadır. Allah Kur'anda "geciktirme küfürde ziyadeliktir." buyurdu ve Nüs'et (206) veresiye satmak manasına kullandı. İşte bu suretle Hazreti Peygamber'de Nisa tabirini kullandı. Şu hale göre sevdiği şeylere ancak derece ve mertebe sırasıyla muhabbet gösterdi ,çünkü bunlar muhakkak İnfial (pasivite) mahallidir. Şu halde erkek için kadın , Hak için tabiat gibidir. Öyle bir tabiat ki erkek ona irade ile teveccüh ve Allah'ın emriyle onda alemin suretlerini fethetti. Bu öyle bir iradi teveccüh ve ilahi emirdir ki , unsurdan müteşekkil suretler aleminde nikah , nurdan halk olunmuş ruhlar aleminde himmet ve sözde manayı bir neticeye bağlamak için mukaddeme tertibi hükmündedir. Bunların hepsi bu ayrı ayrı vecihlerden bir vecihte ilk ferdiyetin nikahıdır. Şu hale göre her kim kadına bu had dahilinde muhabbet ederse o muhabbet ilahi bir sevgidir. Her kim onlara bilhassa tabşi şehvet yönünden sevgi gösterirse bu şehvetin ilmi onda eksik sayılır. Bu gibilere göre muhabbet ruhsuz bir suret olur. Her ne kadar o suret hakikatte ruhun kendisi ise de o ruh kendi kadınlarına yahut herhangi bir kadına mutlak bir zevk ve lezzet duygusuyla yaklaşan kimseler için anlaşılmaz ve bunlar kime muhabbet ettiklerini de anlayamazlar. Bunu idrak edip de (kime muhabbet ettiklerini ) kendi dilleriyle söylemedikçe başkalarının cahil oldukları hakiki muhabbete kendi nefislerinde cahil olurlar. Nitekim ariflerden bazıları bu hakikatı :
   -Hak katında benim aşık olduğum gerçekleşti.Ancak aşkımın kime karşı olduğunu bilemediler .
   Mısralarıyla ifade etti. Bunun gibi cahil de zevkte nasip almak cihetine muhabbet gösterdi ve bu itibarla kendisinden zevk alınacak mahalle karşı sevgi gösterdi ki o da kadındır. Lakin meselenin ruhu ondan uzak kaldı. Eğer kiminle zevk duyduğunu ve zevk duyanın kim olduğunu bilseydi (hakikatin iç yüzünü anlar) ve ilimde kamil olurdu.
   Allah'ın "Erkekler için kadınlar üzerine bir derece farkı vardır"(207) mealindeki ayetiyle kadın erkekten daha aşağı bir derecede bulunduğu gibi Hak'kın sureti üzerine yaratılmış olan erkek de suret üzerine halk edilmiş olmasından dolayı kendisini sureti üzerine yaratan Hak'kın derecesinden aşağıdır. Hak'kın erkeklerden ayrı ve üstün bulunduğu o derecede Hak, alemlerden Gani ve Faildir. Suret ise ikinci faildir ve şu hale göre Hak'ka mahsus olan evveliyyet surette yoktur...
  Kadın sevgisi  Hz. Muhammed'e Allah'ın vermiş olduğu bir sevgidir.
   Hz Muhammed kendisine sevdirilen şeyleri bildirirken kadınları daha önce söyledi.Sonra Hazreti Muhammed Aleyhisselam( bu hadiste) müennes (dişil)i müzekker ( erkek ) üzerine galip kıldı. Bunu yapmakla kadınlara himmet göstermeyi kastetti.Bu itibarla  ( kaide dışında) sayıyı veren kelimeyi müennes şeklinde kullanarak (selas) dedi. Müzekkere mahsus olan şekliyle(selase)demedi. Halbuki bu cümlede müzekker bir kelime olan tib (güzel koku) kelimesi de vardır. Arabın nahiv kaidesi
ise tağlip yolu ile müzekkeri müennes üzerine takdim etmektir. Nasıl ki Fatıma'lar la Zeyd çıktılar denildiği zaman fiil müzekker olarak söylenir , müennes olmaz. Her ne kadar müzekker kelime müennesle birlikte tekil ve dişil çoğul olsa bile Arap yine fiili müzekker olarak söyler. Hazreti Muhammed Aleyhisselam ise Arap kavmine mensuptur ( ve arabın en fasihidir). Burada Hazreti Peygamber kadına olan sevgisini kendi nefsiyle tercih ve ihtiyar etmemiş olduğunu kast ile bu manaya riayet için kaide dışına çıkmıştır. Şu ifadeye göre Allah , Hazreti Muhammed'e bilmediği şeyi öğretmiş  oldu ve Allah'ın bağış ve yardımı onun üzerine çok büyük oldu. İşte bundan dolayı hadiste müennes sıygasıyla (selas) kelimesini kullanmakla müennesi müzekker üzerine (tercih suretiyle kaidedışı olarak) tağlip etti. Hazreti Muhammed Aleyhisselam hakikatleri  ne kadar iyi bilir ve hakları ne kadar kuvvet ve şiddetle gözetir. Bundan sonra yine bu hadiste üçüncü ve son kelime olan (salat) da birincinin naziresi olmak üzere müennes şekline getirerek ikisi arasına müzekker bir kelime ilave etti, yani söze nisa kelimesiyle başladı, salat(namaz) kelimesiyle bitirdi. Bu kelimelerin ikisi de müennestir. İkisinin arasındaki tib kelimesi (müennes mahiyetinde olan) Hak ile Nisa arasında vücutta erkek gibidir. Çünkü erkek , kendisini sureti üzere zahir kılan Hak ile kendisinden meydana gelen Nisa arasında müşterek bir derecededir. Şu halde erkek , iki müennesten meydana gelmiştir ki bunlardan biri tenisi zat , diğeri de tenisi hakikidir. Böylece Nisa da hakiki müennestir. Salat=namaz kelimesi ise te'nisi gayri hakiki (itibari müennes) tir. Tib= güzel koku bu iki kelime arasında kendisinden mevcut olduğu zat ile kendi benliğinden meydana gelen havva arasında Adem gibi müzekkerdir. Dilersen kudret bir dersin, bu da müennestir. Şu halde sen hangi mezhepten olmak istersen ol,  ancak Te'nis'in (dişiliğin) daima daha önce geldiğini görürsün; hatta alemin vücudunda Hak'kı illet sayan felsefe ehli nazarında da böyledir. Çünkü illet de müennestir.
      Hazreti Muhammed Aleyhisselam'ın bu hadiste Tib= güzel kokuyu Nisa = kadından sonra zikretmesinin hikmetine gelince bu , kadında tekvin= yaradılış kokusu olduğu içindir. Nasıl ki atalar sözünde : "Kokuların en güzeli dostun gerdeninin kokusudur" derler . Hazreti Muhammed Aleyhisselam asaleten kul olarak yaratıldı ve asla efendilik davasıyla baş kaldırmadı , belki münfail bir mahluk olmasıyla beraber  hep ibadet ve secdeye devam etti. Allah, ondan yaratacağı şeyi yaratıncaya kadar bu yolda sebat etti. Allah ona failiyyet rütbesini ve latif kokuların canlılar alemindeki etkisini bahşetti. Bu itibarla ona nefis kokular sevdirildi. İşte bu sebepten dolayı güzel kokuyu hemen kadından sonra söyledi...
   Hak şu ayette erkek ile kadın arasındaki kaynaşmayı Hazreti Aişe'nin beraeti hakkında şahit kıldı. "Pis kadınlar pis erkeklere ,pis erkekler pis kadınlara, temiz kadınlar temiz erkeklere, temiz erkekler de temiz kadınlara yaraşırlar. Onlar ( Peygamber zevceleri) haklarında söylenilen şeylerden beridirler. " Allah bu kelamiyle iffetli kadınların kokularının latif olduğuna işaret buyurdu. Çünkü söz nefestir. Nefes de kokunun aynıdır. Şu hale göre nefes , konuşma suretinde ne ile zahir oluyorsa ona göre ağızdan iyi veya kötü olarak çıkar. Fakat nefes ilahi olduğu cihetle hepsi iyi ve güzeldir. Ancak beğenilmesi veya hoşa gitmemesi bakımından iyi veya fena olur. Nasıl ki sarmısak hakkında Hazreti Peygamber "O bir bitkidir ki ben onun kokusunu kerih görürüm" buyurmuştur, ben onu kerih görürüm dememiştir, böyle olunca bir şeyin aynı mekruh (çirkin,hoşa gitmeyen) sayılmaz. Ancak ondan zahir olan şey mekruh sayılır. Bundan dolayı kerahat ya örf ve adette yahut birşeyin yaratılışa uygun olmamasında veya bir maksatla , yahut da vahy ile veyahut birşeyin kemal derecesinden noksan derecesine düşmesiyle olur. Saydığımız bu ihtimallerden başka bir sebep yoktur.      
    Mesela bizim anlattığımız gibi iyi ve kötü  olmak üzere ikiye ayrılınca Hazreti Muhammed'e kötü şeyler değil iyi ve güzel şeyler sevdirildi. İnsanın umsurlardan meydana gelen yaratılışında Teaffün=fena koku olduğu için Hazreti Peygamber melekleri fena kokulardan tiksinmekle vasfetti. Çünkü insan kokmuş çamurdan yaratılmıştır ki melekler bunu bizzat kerih görür. Nasıl ki gübre böceğinin mizacı da gül kokusundan hoşlanmaz . Halbuki gül kokusu güzel kokulardandır. Bu mizaç ayrılığına göre gül kokusu, gübre böceğinin nazarında güzel koku değildir. Suret ve mana da böyle aykırı bir mizaca sahip olan kimse de Hak sözü dinlediği vakit tiksinir ve batıldan hoşlanır. Bu nükte Allah'ın : O kimseler ki batıla inandılar ve Allah'ı inkar ettiler " mealindeki ayetine (208) uygundur. Allah bu gibileri hüsran ile vasfeyledi ve bundan dolayı : "İşte onlar nefislerine ziyan veren hüsran ehlidirler" dedi. Çünkü iyiyi kötüden , güzeli çirkinden ayırmıyan kimsenin idraki yoktur. Şu halde Hazreti Muhammed Aleyhisselam'a herşeyin ancak iyisi sevdirildi. Halbuki alemdeki her varlık ancak Hak'kın varlığıdır. Alemde öyle bir mizaç mevcut olsun ki her şeyde ancak iyiyi ve güzeli bulsunda kötü ve çirkin hakkında bilgisi olmasın. Böyle bir mizaç acaba tasavvur olunur mu? Olunmaz mı? diye sorulsa biz bu olmaz deriz. Çünkü biz kendisinden alemin zahir olduğu asılda Hak'tan başka birşey bulmadık.Yani biz Hak'kı hem kerih görücü hem de muhabbet edici bulduk. Halbuki çirkin ancak kerih görülen , güzel ise ancak sevilen şeydir. Alem ise Hak'kın sıfatı üzerinedir. İnsanın da böylece iki sureti vardır. Şu halde alemde her şeyden ancak tek bir mizaç bulunmaz . Belki  zevk ile bir şeyin güzel veya zevksizlik ile  çirkin olduğunu bilmekle beraber  çirkinden güzeli seçebilen bir mizaç bulunur. İşte böyle olunca bunlardan güzelin idrakı çirkini duymaktan alıkoyar. Bu da pek seyrek olur , ama alemden yani varlıktan kötü ve çirkinin yok edilmesi doğru değildir. Çünkü çirkinde de güzelde de Allah'ın rahmeti vardır. Çirkin kendi nazarında güzeldir. Güzelde çirkinin nazarında çirkindir. Şu halde varlıkta herhangi bir mizaca göre çirkin olmıyan birşey yoktur. Bunun aksi de böyledir.
   Hazreti Peygamber'e  sevdirilen üç şeyin üçüncüsü ki , ferdiyyet hikmeti onunla tamam olmaktadır ,namazdır. Nasıl ki " Benim gözaydınlığım namazda oldu" buyurdu.Çünkü namaz müşahededir. Bu müşahede ise Allah ile kulu arasında münacaattır. Nitekim ayette : "Beni zikredin ki ben de sizi zikredeyim " (209) buyurdu. Namaz Allah ile kulu arasında ikiye bölünmüş ortak bir ibadettir. Şu halde yarısı Allah'a ,diğer yarısı da kula mahsustur...
   Namaz (Hak ile kul arasında ) münacat olunca o, zikirdr. Hak'kı zikreden kimse ise muhakkak Hak'kın yoldaşı olur. Çünkü Kudsi Hadiste buyuruldu ki : "Ben beni zikredenin yoldaşıyım." Bir kimse gözü olduğu halde kendisini andığı kimseye yoldaş olsa birlikte bulunduğu o kimseyi müşahede eder. İşte yanında bulunmak ve görmek budur. Şu halde gözü olmayan göremez. Bu takdirde namaz kılan kimse , kıldığı bu namazda Hak'kı görür mü görmez mi? Kendi mertebesini ancak buradan bilir. Eğer Hak'kı müşahede etmezse onu görür gibi  iman ederek ibadet etsin ve münacaatı esnasında onu kıblesinde tahayyül etsin ve kulağını Hak'kın kendisine vereceği cevaba çevirsin. Namaz kılan kul, eğer kendi hususi alemine ve kendisiyle birlikte namaz kılan kimselere imam olacak olursa  ki, gerçek hadiste buyurulduğuna göre her namaz kılan muhakkak imamdır, çünkü melekler kulun arkasında namaz kılar. Şu halde o kul için namazda Resul rütbesi hasıl olur. Bu rütbe ise Allah'tan niyabettir. (Allah'a vekil olmak)... 
   Şu halde namazın mertebesinin yüceliğine ve sahibini nereden nereye götürdüğüne nazar et; buna göre namazda  Allah'ı görme ve müşahede derecesini elde etmiyen kimse onun gayesine eremez ve bu sebeple de onda göz aydınlığı hasıl olamaz. Çünkü o kendisine münacaatta bulunduğu kimseyi görememiştir. Bununla beraber namazda Hak'tan kendisine gelen cevabı işitmiyecek olursa o kimse Hak'ka kulan veren sınıftan değildir. Sağır ve kör olmakla beraber namazda Rab'bı ile beraber olmıyan kimse asla namaz kılmış olmaz. O  kimse Hak'kı gören ve ona kulak veren sınıftan sayılmaz.
   Devamı müdetince insanı başka şeylerde tasarruftan meneden namazdan büyük başka bir ibadet yoktur ve namazdaki Allah zikri onun içinde bulunan bütün dua ve hareketlerin hepsinden büyüktür. Biz kamil insanın namazdaki sıfatının nasıl olacağını Fütuhat'ı Mekkiye adlı kitabımızda anlattık. Çünkü Allah Kuran'da : "Namaz insanı kötü ve batıl şeylerden nehyeder" (210) buyurmuştur.     Zira Allah , namazda olan kuluna bu  ibadetten başka hiçbir şeyde tasarruf etmemeyi emretti.
    Vücud (varlık) ma'kul bir hareketin eseri olduğuna göre yokluktan varlığa intikal etti. Namaz da bütün hareketleri için de toplayan bir ibadet oldu. Hareket ise üç türlüdür.   Biri müstakim=düz harekettir ki namaz kılan kimsenin kıyam=ayaktaki halidir. İkincisi ufki (yatay) harekettir . Bu da namaz  kılanın rukü =eğilme halidir. Üçüncüsü menkus=tersine harekettir ki bu da secdedeki halidir . Nasıl ki insanın hareketi müstakim , hayvanın hareketi ufki ve nebatın hareketi ise menkustur. Halbuki cemadın (cansız maddenin) kendi nefsinden hareketi yoktur. Şu halde taş , yerini değiştirirken başka bir tesirle hareket eder.
    Hazreti Muhammed'in : "Benim göz aydınlığım namazda kılındı " sözüne gelince , bu oluş keyfiyetini kendi nefsine nispet etmedi. Çünkü Hak'kın namaz kılan kimseye tecellisi namazı kılana değil ancak yine kendisine döner. Çünkü Hak , tecelli ve müşahede sıfatının kendi nefsinden olduğunu bildirmemiş olsaydı şüphe yok ki Hak'dan kuluna bir tecelli olmadan (doğrudan doğruya) kula namaz kılmasını emrederdi. Halbuki bu tecelli kula imtinan (yani ona karşı bir lutuf ve ihsan da bulunmak ) yoluyla olunca müşahede , imtinan yoluyla olur. Bu hale göre Hazreti Peygamber : " Benim göz aydınlığım namazda kılındı" buyurmakla bu hakikati açıkladı. Halbuki namaz ancak sevgilinin müşahedesidir ki aşıkın gözü onunla istikrar masdarından gelen karar ile karar bulur ve şu hale göre de göz, sevgiliyi görmekle ona takılır kalır ve şu müşlahede de Hak ile beraber hiç bir şeyde ve başka bir mahalde Hak'tan başka birşeye bakmaz. İşte bundan dolayı Allah , namazda başka bir yöne bakmak kulun namazından şeytanın kaptığı bir hissedir. Bu itibarle kulu sevgilisinin müşahedesinden mahrum kılar. Eğer Hak, iltifat eden kimsenin sevgilisi olsaydı namazda kendi yönünden ve kıblesinden başka tarafa bakmazdı. Halbuki insan bu hususi ibadeti esnasında böyle bir durumda mıdır , değil midir ? Kendi nefsinde halini bilir. Çünkü insan basiret üzere hareket eder. Kendi nefsinde birtakım mazeretler bulsa bile bu mazeretler gerçek midir, yoksa değil midir ? anlar.  Çünkü  hiç kimse kendi halinin cahili değildir ve herkesin kendi hali kendi zevkine göredir. 
   Sonra salat dediğimiz ibadetin başka bir taksimi daha vardır. Çünkü Allah bize kendisi için salatı=namaz kılmamızı emretti , kendisi de bizim üzerimize musalli olduğunu (yani bizim için namaz ve duada bulunduğunu haber verdi. (211) Şu halde namaz hem bizden hamde Hak'tandır. Ancak o musalli olduğu vakit başka bir isimle musalla olur. Bu takdirde Hak'kın huzuru kulun vucudundan sonra gelir. O, kulun kıblesinde hayal ve düşüncesiyle canlandırmak istediği  Hakdır'ki  Ona İlahı Mu'tekad=inanılan ilah denir. Bu hayali ve Mu'tekad ilah , tecelli ettiği mahallin yeteneğine göre değişir. Nasıl ki Tanrı bilgisinden ve ariften sorulduğu vakit Cüneyd- Bağdadi (Tanrı ondan hoşnut olsun) : " Suyun rengi kabının rengi gibidir " dedi. Bu olgun cevap Hak'kı kendi hal ve şaniyle haber vermiş oldu. İşte bu Allah ,bizim için musalla olan Allah'tır. Halbuki biz musalli mevkiinde bulunduğumuz zaman bize başka bir isim verilir. Bu hale göre de biz bu isimde gerçekleşiriz. Nasıl ki kendisinde bu isim hasıl olan kimsenin halini biz daha önce andık. Şu halde biz Hak'kın yanında kendi halimize göre oluruz. Hak'da bize ancak bizim hayalimizde bulunduğumuz suret ile nazar eder. Çünkü musallinin lugat manası " at koşusunda önce gelenin gerisinde kalan ikinci at" demektir.  Allah'ın :    " Her birşey salatını ve tesbihini bilir "mealindeki Nur suresi 41. ayeti ; her mahluk Rab'bına ibadette geriliğinin derecesini ve tenzih hususunda kendi istidadının gerektirdiği tesbihi bilir demektir. Hiçbir varlık yoktur ki sabırlı ve yargılayıcı olan Rab'bını övmekle tesbih etmesin.İşte bunun için biz alemin tesbihini ayrı ayrı ve tafsil ile anlıyamayız , ve bir nertebe vardır ki onda "Hiçbir mahluk yoktur ki o Hak'kı kendi hamdi ile tesbih etmesin " mealindeki ayetin (212) sonundaki gaip zamiri mahluka raci'dir. Yani o mahluk Allah'ı kendi hamdiyle tesbih eder demektir. Şu halde bu son kelime de zamir tesbih eden mahluka ait olur. Yani o şey hangi hal üzere ise o hal üzere sena eder demektir. Nasıl ki biz Hak'ka itikat eden kimse hakkında muhakkak o kendi inandığı ilaha sena eder demiştik. Çünkü o mu'tekid nefsini kendi hayalinde inandığı ilaha bağlamıştır. İşlediği amelde ona aittir.Şu halde bu mu'tekid ancak kendi nefsine sena etmiş olur. Nasıl ki bu sanatı medheden kimse herhalde onun sanatkarını öğmüş olur. Çünkü sanatın güzellik ve çirkinliği sanatkara aittir. Halbuki hayalde tasavvur ve itikad edilen ilah onu tahayyül eden  kimsenin yarattığı bir eserdir. Yani o,itikat sahibi şahsın sanatıdır. Şu haldeonun inandığı şeyi öğmesi kendi nefsini öğmesidir. Bundan dolayı kendi inandığı ilahtan başkasını zemmeder.Eğer insaf etseydi iş böyle olmazdı. Şu kadar var ki bu hususi mabuda inanan
kimse , Allah hakkındaki itikadında kendinden başkasının inanışına itiraz etmesinden dolayı bunda şüphesiz cahildir. Eğer Cüneyd'in dediği
"Suyun rengi kabının rengidir nüktesini anlayabilseydi her itikad sahibinin inandığı ilahı da teslim eder ve netice de Allah'ı her surette ve her türlü inanışa göre bilmiş olurdu. Şu halde böyle hususi bir mabuda inanan kimse zan ve şüphe ehlidir , alim değildir. Bundan dolayı Allah : " Ben kulumun zannettiği gibiyim " buyurdu. Yani kul Hak'kı ister mutlak olarak bilsin , isterse mukayyed, bunun manası Allah ,kuluna ancak onun inandığı surette zahir olur demektir.
   (Hayalde yaratılarak) inanılan ilahlar bir hudud ile sınırlı oldular. Bu ilahlar kendi kullarının kalbine sığabilen ilahlar'dır. Halbu ki mutlak ilah hiç bir şeye sığmaz. Çünkü o eşyanın aynı olduğu gibi kendi nefsinin de aynıdır. Halbuki herhangi birşey hakkında , o kendi nefsine sığar veya sığmaz denilemez. Bunu iyi anla;  Allah gerçeği söyler ve doğru yolu gösterir."       

204 İS.1/398;N.nisa,1;İbn Arabi,Fudüs,Muhammed Bölümü
205 K.Hice, 29,Sad,72
206 Nus'et ve nisa aynı kökten iki kelimedir
207 K.Bakara,228
208 K.Ankebut,52
209 Bakara,152
210 Ankebut 45
211 Bu noktaya değinen Kur'an ayeti şöyledir: " O Allah ,sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için melekleriyle birlikte üzerinize salat getirendir. " (Ahzab 43)  Salat edene musalli,üzerine salat edilene musalla denir.Buna göre , İnsan hem musalli, hem musalladır.Allah'da aynı şekilde hem musalli, hem musalladır.

212 İsra , 44


Kendi Dilinden Hazreti Muhammed
Yaşar nuri Öztürk



6. "Cebrâil bana bir çömlek getirdi de ben ondan içtim ve bunun üzerine bana cinsel ilişkide kırk erkek gücü verildi." 17

                                          AÇIKLAMA
    

   İnsan benliği bir bütündür. Bu bütün içinde bazı unsurların bir gerilik, bazı unsurların bir seçkinlik göstermeleri mümkün olmaz. Böyle bir olgu tabiat kanunlarına terstir. O halde, büyük zekaların, beyin kudretlerine uygun bir beden seçkinliklerinin bulunması doğaldır. Peygamberler, hitap ettikleri kitlelerin aynı zamanda maddesel bakımdan da önderleri olduklarından onlardaki bedensel güç üstünlüğü, dehalarına uygun bir seviyede yaratılmıştır. Özellikle Son Peygamber'in bu bakımdan mucize denecek bir vücut yapısına sahip bulunduğunu, daha önce de görmüştük.
    
    Bu gün ilmin kesinlik kazandırdığı gerçekler arasında şu hususu da görüyoruz: Zeka seviyesi yüksek kişilerde vücudun özellikle bazı fakülteleri mutlaka, göze çarpacak şekilde gelişmiş oluyor. Hafıza, dikkat, uyum, kavrama çabukluğu vs. bunlardandır. Bu fakülteler içinde cinsî kudretin sayılması ise uzun yıllar utanılacak bir şey telakki edilmişti. Günümüz tıbbı ise, zeka üstünlüğü, deha ve yaratıcılıkla cinsî kudret arasında doğru orantı bulunduğunu tespit ve açıklıkla ifadeye koymuş bulunmaktadır. Çağımızın, Nobel kazanmış bir tabip-düşünürü, Alexis Carrel'i dinleyelim: "Vücudun iç salgı bezleri içinde ruhsal kudret ve yeteneğe en etkili olanı cinsiyet guddeleridir. Bütün büyük şairler, dahi artistler, veliler ve aynı zamanda büyük fatihler cinsiyet bakımından güçlü insanlardır... Büyük sanatkarlar hemen hemen büyük aşıklar olmuşlardır. Denebilir ki, cinsiyet hormonlarının bazı salgıları, yaratıcı ilham için gereklidir. Cinsel aşk, hedefine ulaşamadığı takdirde ruhu tahrik eder. Eğer Dante Beatris'i sevmeseydi, kim bilir belki de İlahi Komedya doğmayacaktı..." (18)
     Şunu öncelikle bilmek lazım ki seksüel gücün varlığı ayrı şeydir, onun müptezel halde kullanılışı ayrı şey. Büyük zekaların sahip bulundukları büyük seksüel kudret, bir iç disiplin, bir manevi kontrol altına alınıp, hayvansal tarzda doyurulmadığında en büyük yaratıcıkların ana kaynakların biri oluyor.
     Mevlana Celâleddin Rûmi (ölm. 1273) bir yerde bu gerçeğe şöyle değiniyor: "Aşk, sema ile artar, cinsel ilişkiyle azalır. Cinsel ilişkiyle fazla meşgul olan, kendi kanatlarını keser, hayat iplerini koparır. Böyle birisi göklere çıkan merdivenin basamaklarını kırmış olur." (19)
     Carrel'in de ifade ettiği gibi, Freud'un, sağlıklı olmaya esas tuttuğu sınırsız cinsel tatmin, sadece hasta yaradılışlar için geçerlidir. (20) Sağlam yapılı insanlarda cinsî enerjinin dizginlenmesi, bütün süper faaliyetlerin itici gücü olarak, insan hayatında daima baş köşeyi işgal etmiştir. Batı dünyasında, kilisede bu enerjinin, tabiat yasalarına aykırı olarak, kullanımı tamamen susturulmuştu. Ruhban veya kilise tarzı dediğimiz bu tarz, insan hayatında bir ifrattı. Bu ifrat giderek yerini bir terfîte yani karşı aşırılığa bırakacaktı ve bıraktı. Freud ve benzeri psikologlar bu ikinci devrenin insanları olarak, eskinin tersine, cinsel serbestiyi, başka bir ifadeyle tam bir hayvanlaşmayı sağlıklı olmanın biricik şartı olarak düşündüler. Oysaki insanda, bütün hayvanlardan çok daha ileri derecede bulunan cinsel güç, Yaratıcı Kudret'in insan hayatına getirdiği yasalarla dizginlenerek, heba edilmekten kurtarılmış ve insanın yaratıcı faaliyetlerinin motör gücü olarak hizmete verilmiştir. Bu bakımdandır ki, yaratıcı kadrolar oluşturmak için, cinsel enerjinin tahrip ve mahvını esas alan ruhbanlık ve benzei mistik sistemler kadar, bu enerjiyi frensiz bir biçimde israfı hüner sayan disiplinlerin de insan hayatından sökülüp atılması gerekir. İslamiyet, bu işi, cinsel açıdan da geçerli olan helal ve haram ayırımıyla en ideal biçimde çözmüştür: Evlilik gerekli, başka yollarla cinsel tatmin haramdır. İşte bu, özlenen dengenin ta kendisi olarak karşımız çıkmaktadır.
     Cinsel enerji, buharla çalışan bir makinedeki suya benzer. Suyu tamamen yok etmek kadar onun dört tarafını açık tutmak da zararlıdır: İki halde de makine yürümez. Suyu koruyacak, fakat çevresini kapatarak hareket verici enerjiye dönüşmesini sağlayaksınız. Bu koruma ve çevreyi kapama işi, manevi terbiye işidir. Bu terbiyeyi almayan kitleler, hareket merkezleri parçalanan, tahrip ve dejenerasyona uğrayan kitleler olarak buhranlara sürüklenmektedirler. Madde imkanlarının mükemmelliği onları kurtaramamaktadır. Çünkü temelde bir yaradılış kanununu çiğnemektedirler. Ve bu kanunun çiğnenişini yaradılış asla affetmemektedir.

    İnsanlığın en ideal yaratıcı kadrosu olan peygamberler , sözünü ettiğimiz enerji bakımından ön sırada bulunmaktadırlar. Bu sıranın en uç noktasında Son Peygamber Hz.Muhammed'in bulunduğu ise kuşkusuzdur.
  
   Onun aile hayatını yakından bilen sahabiler Allah Resulu'nün bir gecede , hatta günün herhangi bir saatinde bütün hanımlarıyla ilişki kurabildiğini belirtmektedirler. (21) Bazı zamanlar ise günlerce hanımlarına yaklaşmadığını biliyoruz. Allah Resulü'nün bu tavrı ,onun cinsel enerjiye hakim olmadaki erişilmezliğini  de göstermektedir. Burada dikkat çeken bir başka nokta daha var : Sahabiler Hz.Peygamber'in hastalığı sırasında da hanımlarının hemen hepsiyle ilişki kurduğunu söylemektedirler. (22) Eşi Aişe diyor ki : " Öldüğü günden birgün önce benimle ilişki kurmuştu. (23) Bu neden böyledir.? Hastalığının oldukça ağır seyrettiğini bildiğimiz Allah resulü böyle bir zamanda bu ilişkiye neden ihtiyaç duydu? Bunun tıbbi gerekçeleri olması lazımdır.  Acaba, belli hastalıklarda meninin dışarı atılması , bir tedavi yolu olarak anlam ifade edebilir mi? Böyle bir boşalma , kalbe yüklenen sinirsel ağırlık ve gerginliği ortadan kaldırmak gibi bir rol oynayarak hasta üzerinde olumlu bir etki yaratabilir mi? Çok hassas bazı mikropların , bazı hastalıklarda meni ile birlikte vucüttan çıkarılması mümkün olabilmekte midir? Yahut henüz keşfedilememiş daha başka gerçekler mi sözkonusudur ? Bu sorulara biz , şu anda cevap verecek durumda değiliz.
   Hz. Muhammed Mustafa'nın ,cinsel enerjiye en ileri anlamda sahip olma ve onu en ileri anlamda dizginleme bakımından insanlık tarihinde dikkat çekici birörnek teşkil ettiğini görüyoruz. Onun çok kadınla evlenmiş bulunmasını bu tesbitin tam aksine delil olacak şekilde kullanmaya kalkanlar ,ya iyi niyetli değillerdir yahut da konuyu derinliğine incelemiş olmaktan uzaktırlar. Bizim "Asrısaadetin Büyük Kadınları " adlı çalışmamızın , " Son Peygamberin Hanımları" başlığını taşıyan bölümünde açıkladığımız gibi ,Hz.Muhammed Mustafa'nın evliliklerinin cinsiyetle en küçük bir ilgisi yoktur. O evlilikler ,İslamı yayma ve yerleştirme çalışmalarının , başka bir ifadeyle peygamberlik faaliyetlerinin bir gereği ve uzantısıdır. Söylenenin tam tersine, Allah Resulü  , o evliliklerde cinsel hayatından fedakarlıklar yapmış olmakla dikkat çeker. Yine söylenenin tam aksine , Allah Resulü ,kendisinde bulunan mucizecinsel enerjiyi , en ileri anlamda kontrol altına alarak yaratıcı faaliyete çevirmiş olmakla da seçkinleşir. Her şeyden önce şu noktayı unutmamak gerekir. Son Peygamber 25 yaş gibi , cinsel hayat bakımından en hararetli bir devrede 40 yaşında bir dul kadınla evlenmiştir. Ve o kadın ölünceye kadar da bir başka evlilik yapmamıştır. Ondan sonraki evlilikler ise , İslamı yayma çalışmalarının bütün hayatını doldurduğu bir zamanda ve elli yaş sonrası gibi bir dönemde yapılmıştır. "Çok kadınla evlenmiştir" gibi havada bir sözü hareket noktası almadan ve olayları , tarih ve Hz.Peygamber'in hayatı içindeki yerine koyarak değerlendirdiğimizde şunu söylemek bir akıl , insaf ve vijdan borcu olur: Hz Muhammed sahip bulunduğu büyük cinsel enerjiyi , insanlık adına yapıcı faaliyetlere motör olarak kullanmak üzere ,gençliğinin hararetli devrelerinde hapsetmiştir. Bu enerjiyi 25 yaş gibi ,çok güçlü bir devrede yaşlı ve dul bir kadınla evlenerek örnek bir kullanıma tabi tutmuş , daha sonraki yıllarda ise bedensel istek ve hazları için hemen hemen hiç kullanmamıştır. Kısaca o , bu büyük enerjiyi kendi zevkleri için kullanmayı terkederek , onu insanlık hayrına yönlendirmekle de insanoğlu için emsalsiz bir fedakarlık göstermiştir. Onun bu konudaki tavrının ,şurada çizdiğimiz tabloda manalandığını anlamak için şu hadisi şerife bakmak yeterlidir : Benim kadınlara ihtiyacım yoktur."  (24)  

     Kadınlara ihtiyacı olmayan bir insan neden onbir kez evlenmiştir? Ve neden : "Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi , bunlardan biri de kadındır " demiştir. O, yaptığı ve söylediğinde kendi adına değil,insanlık adına hareket etmektedir. Söyledikleri ve yaptıkları ölçüdür. İnsanlık adına ölçü olanı verir, kendi adına fedakarlık yapar .Ölçüyü vermek ayrı şeydir , o ölçünün tanıdığı haklardan başkaları için fedakarlık yapmak ayrı şeydir. Mesela , yanağına vuran adama aynıyla karşılık vermek , bir Müslüman'ın hakkıdır.Ölçü budur.bazılarının söylediği gibi öbür yanağını çevirmek değil.Ama bu haktan fedakarlık yapmak insanın elindedir. Ona hak sahibi karar verecektir. Eğer o hakkını ister ve kendisine vuranın yanağına aynen vurursa onu kınayamayız. Fakat fedakarlık eder , bağışlarsa hayranlık duyar, överiz. Hz. Peygamber'in yaptığı önce Peygamber olarak ölçüyü koymaktır. Bu aşama , Hz.Peygamber'in tasarruf etme yetkisinin olmadığı bir alana girer. İkinci olarak Hz.Peygamber , koyduğu, koymak zorunda olduğu ölçülerden doğan haklarını , insanlık adına feda ederek , o hakları kullanmamaktadır. İşte bu aşama , Son Peygamber'in insanlık dünyası için şefkat ve merhametinin belirginleştiği bir aşama olarak dikkat çekmektedir. Burada Hz.Peygamber ,  ilerde açıklayacağımız gibi , bir isar (başkalarının iyilik ve rahatını kendininkine tercih etme) içindedir. Allah Resulu'nün her alandaki tavrı bu olmuştur. Kadınlarla ilişki anlamında da böyledir elbette...

17 İS. 1/374.
18 Carrel,L'Homme,166-169
19 Eflaki, 1/408
20 Carrel, L'Homme, 166-169
21 B.gusi; 12,24
22 B.fadail,30
23 İS. 8/64,
24 Hamidullah,İslam peygamberi , 2/726.


Kendi Dilinden Hz Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

                                         -----------------------------------

    60- Ben sizin için bir  faratım.Ve ben sizin başınızda bir şehidim.Allah 'a yemin ederim  ki şu anda bana mahşerde verilecek olan havzıma bakıyorum. Ve yeryüzü hazinelerinin anahtarları da bana verilmiştir.Allah'a yemin olsunki , ben sizin benden sonra tekrar putperstliğe düşeceğinizden korkmuyorum. Benim korkum , sizin benden sonra , dünya malı  hırsıyla birbirinize düşmenizdir. " (187)

                                      AÇIKLAMA

   Bu hadis birkaç mucizeyi birden ifadeye koymaktadır. Hz. Resul , kendisinden sonra meydana gelecek olayları ve bunların sebeplerini açık bir biçimde gösteriyor.
  Hadisin muhtevasına bakarak şunları görüyoruz :
  Hz. Peygamber kendsini önce bir farat olarak gösteriyor.
  Farat ve faarıt Arap dilinde , bir topluluğa, yolculuklarında kullanmaları için su ve yiyecek veren kişi demektir. Resuller bu anlamda birer farattırlar. Ümmetlerine , Allah' a doğru yolculuklarında gereken ruhsal içecek ve azığı hazırlayıp sunarlar.
  Son Peygamber , bütün insanlığa , kıyamete değin sürecek yolculuğunda ,ihtiyaç duyacağı ruhsal azığı ve suyu sunduğu için , en büyük  farat olarak anılmalıdır.
   Hz Peygamber aynı zamanda ümmeti üzerine bir şehit olarak anılıyor.
Şehid burada , Kur'an' da kullanıldığı şekliyle tanık anlamındadır ; Allah yolunda öldürülen kişi manasında bulunmuyor.
   Kur' an'ı Kerim bütün nebileri birer şehit (tanık) olarak gösterir. Her topluluğun şehitleri olmuştur ve nebiler bunların başında gelir. 188
   Peygamberlerin şehit sıfatları , onların Allah ile ortak niteliklerinden birini verir. Grçekten de , Allahın isim sıfatlarından biri de Şehittir. Allah her hal şartta her şeyin ve herkesin şehididir. Birçok Kur'an ayeti bu gerçeğe işaret eder. 189
   Hz Peygamber de kendi ümmetinin , o demektir ki tüm insanlığın şehidi tanığıdır. Kur'an'ın Nisa suresi 41.ayeti, üzerinde olduğumuz nokta bakımından çok ilginçtir: " Her ümmet için kendi Peygamberlerini birer şehit olarak getirip seni de şunlar üstüne şehid halinde ortaya çıkardığımız zaman bakalım ne yapacaklardır. "
    Hz. Peygambere sık sık kuran okumasıyla da ünlü hafız sahabi İbn Mesud bize şunu haber veriyor:Allah Elçisi bir gün onu çağırarak kendisine Kuran okumasını istemiş , oda güzel ve tatlı sesiyle   Nisa suresini okumaya başlamıştı. Nisa suresinin az önce meallendrdiğimiz 41.ayeti geldiğinde Hz.Peygamber ağlamaya başlamış ve İbn Mesud'a "artık bitir  daha okuma " demişti.  Bu ayetin çizdiği tablonun, Tanrı Elçisinin sorumluluk ve görevinin büyüklüğünü ortaya koyduğu açıktır. Kur'an'ın iniş mahalli olan Cenabı Resul bile bu tablonun ihtişam ve ciddiyeti karşısında ürpermiş ve ağlamaya başlamıştır.
   Son Peygamber nasıl bir şehitse onun ümmeti de insanlar üzerine bir şehitler topluluğu(şuheda)dur.(190)   O halde , Hz Muhammed in görevi ve sorumluluğu nasıl evrensel ve kozmikse onun ümmetinin görev ve sorumluluğu da evrensel ve kozmiktir. Bu, bütün alemlere rahmet olan bir Peygamberin emanetini yüklenmiş olmanın zorunlu sonucudur.
  Hz. Peygamber , ümmetinin , kendisinden sonra çekişme ve boğuşmya gireceğini ve bunda baş sebebin dünya malı ve mevki hırsı olacağını da mucize bir biçimde haber vermiştir.
   Çekişme ve boğuşma dönemlerinde , Muhammed'i anlamda iman sahibi olmak, yine Peygamberimizin ifadesiyle "ilimle hayat bulmaya " bağlı bir bahtiyarlıktır. İbn Mace deki bir hadiste şöyle buyuruluyor: "Öyle fitneler zuhur edecektir ki ,kişi o zamanlarda mümin olarak sabahlayacak , fakat akşama kafir olarak çıkacaktır. Bunun tek  istisnası ,Allahın ilimle diri kıldığı kullardır. " (191)
   Bu hadis bize gösteriyor ki , fitne ve tefrika ile ümmeti parçalayanlar, her devirde cehalet ve karanlığı temsil edenlerdir.
  
  187 KadıIyaz , 1/221
  188 bk.Nahl,84;Kasas,75;Bakara,143;Maide,117
  189 Örnek olabilir bk.Ali İmran,98;En am, 19;Mücadile,6,Bürüc,9 vs.
  190 bk.K.bakara, 143; Hac,78.
  191 İM. fiten,9

  Kendi Dilinden Hz.Muhammed
  Yaşar Nuri Öztürk

                                      --------------------------------------

   24-"Mahşer günü Kevser Havuzu'nun başına geleceğim. Ve sen ey Ali , havuz başında yönetici olacaksın.Hasan'la Hüseyin'de sâkilik yapıp su dağıtacaklar."


                                  AÇIKLAMA

   Bir önceki hadisin açıklamasında da söylediğimiz gibi Tanrı Elçisi'nin özel ilgi ve lütfunun sembolü olan Kevser Havuzu'ndan nimetlenmek Ehlibeyt'e sevgi saygıya bağlanmıştır. Bunun içindir ki, Kevser'den nasip dağıtacak kişiler Ali, Hasan ve Hüseyin olarak belirlenmiş bulunuyor.
   O halde, bu hadise dayanarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Ehlibeyt'i gücendirmiş olanlar veya onlara sevgi ve saygıyla gönüllerini doldurmamış bulunanlar, Hz. Peygamber'in Kevser'ine yaklaşamayacaklardır.
   Ehlibeyt'e kötülük, zulüm, ve işkence edenlerin onların canlarına ve mallarına musallat olanların daha nelerden mahrum kalacaklarını düşünmektense insanın tüylerini ürpertecek kadar korkunçtur.
 
                 ----------------------------------------------------------

  20 "Ben ve yetime arka çıkan , cennette şu iki parmağım gibi yanyana olacağız." 70


                                         AÇIKLAMA


   İslam düşücesinin, insan hayatında kutsal varlıklar olarak gördüğü ve kayıtsız, şartsız saygı ve sevgi beslediği bazı tipler vardır. Bu tipler İslam Peygamberinin ifadesiyle "kendileri hürmetine rızıklandığımız ve yaratandan merhamet gördüğümü varlıklardır."Bunlar: yetim,ihtiyar, mazlum, genel ve kısa bir söyleyişle çaresizlerdir.Burada ele alınan , yetimdir.
  Kuran ve hadisin insanlık ve merhamet adına bir nevi gösterge olarak tanıdığı ve tanıttığı ilk tp yetimdir. Öyleki yetimin korunduğu ve saygı gördüğü bir toplumu ,İslam  esprisi, bütün insancıl değerlere saygı gösteren ve Allahın istediği yönde yürüyen bir toplum olarak kabul eder. İslam Peygamberinin üzerinde titreyerek durduğu ana konuların başında yetim ve yetim hakları gelmektedir. Merhamet ve şefkatin en mükemmel haber ve temsilcisi olan Yüce Peygamberin , yetimin ikram ve itibar gördüğü evi , rahmet ve bereketin belirdiği bir mekan olarak gösterdiğini biliyoruz. Yetimin horlandığı toplumlarsa merhamet , insanlık ve mertlik adına hiç bir değere sahip olmayan toplumlar olarak görülmektedirler. Yetime iyilik ve şefkat kollarını açmayan  yürekler güzelliklere ebediyyen kapalı yüreklerdir. Onlarda iyi ve güzel adına en küçük bir filizi yeşertmek imkan dışındadır.
    Neden böylesine önemsenmiş ve neden bu kadar şaşmaz bir ölçü kabul edilmiştir yetim? Bu soruya detaylı bir cevap vermek için , İslam düşüncesinin anne ve baba telakkisini ve anne vebabanın insan hayatındaki evrensel yerini açıklığa kavuşturmak gerekir.Konuya bu şekilde yaklaşmak ise , burada yapılacak bir iş değildir.Şu kadarını söyleyelim ki, anne baba sevgisi, özellikle anne sevgisi , kainatta yerine başka bir şeyi koyamayacağımız tek değer , biricik kudrettir.Fransız şairi  Rimbaudnun tam Muhammedi bir espriyle ifade ettiği gibi: "hayat , yaşama gücü ve zafer yeşerten gülüş ve bakış, yalnız anne babadan gelmektedir. "71
   Bu gülüş ve bakıştan yoksun kalan benlikler , bunlar dışındaki bütün değerleri kendilerine versek de  yine boynu bükük yine mağdur ve mahcupturlar. İslam Peygamberi bu mahcupluk ve boynu büküklüğe , saygıların en büyüğünü göstermemizi istemektedir.
   Muhammed Mustafa yetim ve öksüzdü. Bu , bir anlamda , insanlığın o eşsiz şahsiyete göstereceği hürmetin , yetime gösterilecek hürmete yaklaştırıldığını vurgulamaktadır.Gerçekten de İslam toplumlarının vicdanı, yetime saygıve sevgide daima ve şaşmadan, kendi peygamberine saygı ve sevgiden bir parça görmüştür. Bilmiştir ki yetimin sevindirlmesi , Allah Resulunun merhamet ve sevgisini herşeyden çok tahrik edecektir.
   Son Peygamberin yetim oluşu ,İslam düşüncesinde şöyle bir eğilimin yaşamasınada sebep teşkil etmiştir: Yetimler yaratıcının özel koruma ve iltimasına muhatap olan insanlardır. Bu yüzden insanlık tarihinin en büyük isimleri arasında yetim olanlar gözden kaçmayacak bir yer işgal etmelidirler ve etmişlerdir. Böyle  olmasaydı , insanlık tarihinin en büyük inkılabını gerçekleştiren Son Resul yetim olmazdı. Bu incelik Kuranın yetimler konusunda Hz.Peygamberin dikkatini çeken beyanlarında açıkca görülebilir:
   "O Rabbin seni, bir yetim olarak bulup da barındırmadı mı ? Seni, ne yapacağını kestiremez bir gariplik içinde bulup da yönlendirmedi mi?Seni yoksul veçaresiz bulup da nimetlere gark etmedi mi? O halde sende yetimi horlayıp azarlama .Yoksul ve çaresizi de incitip kovma..."72
   Bu ayetlerin yetime karşı takınılması gereken tavrı verirken, yetimin nelerden yoksun olduğunu da gösterdikleri açıktır.
   Kuran , meseleye menfi kutuptan,yani yetimin haklarının ihlali açısındanda bakmış ve yetim hakkını ihlale belki en ürkütücü sonuçları layık görmüştür:
   "Yetimlerin mallarını zulme başvurarak yiyenler , karınlarını doldurmak için ateş yemekten başka şey yapmış değillerdir. ve onlar en kısa zamanda alevli ateşe girecelerdir. "
   İslam edebiyatında yetimle ilgili konular dikkat çekecek kadar çoktur. Öyleki , sadece tasavvuf edebiyat ve düşüncesinde , bu sözümüzü doğrulayacak sayfalar hacinde malzeme bulunabilr. ve bizce, tasavvuftan yola çıkan, yetimle ilgili bir çalışma mutlaka yaılmalıdır da. Tasavvuf düşüncesin de yetim ve yetime hizmetin işgal ettiği yeri göstermek için sadece bir tek noktaya deyineceğiz : Bilindiği gibi ,tasavvuf büyükleri gerçek Beytullah olarak insanın kalbini kabul ederler.Mekke de ki Kabe bu gerçek Beytullahın sadece sembolüdür. Denmiştir ki , gerçek Beytullaha saygı gösterilmeden veo harap haldeyken ,sembol Beytullaha saygı gösterip onu ihya etmek hiçbir anlam taşımaz. Bu temel düşünceden hareket eden mutasavvıflar , hacc-ı -hakiki yani gerçek hac kavramını geliştirmiş ve bu kavramı sistemlerinin sosyolojik mihveri yapmışlardır. Nedir haccı-hakiki ? Bu hac gerçek Beytullah olan insan kalbini ihya ve onu tavaf etmektir. Bunu pratik sonucu , hac için harcanacak paranın ihtiyaç içinde buluna yoksullara , verilmesi şeklinde tecelli etmektedir. Bu yoksulların başında daima yetimlerin geldiğini biliyoruz. 
   Aşk şehidi Hallac, kukla fakihler tarafından idama mahkum edilirken , ona yöneltilen suçlamalarda ,bu haccı hakiki düşüncesininde yer aldığınıve bunun islamın bir emri olan haccın inkarı biçiminde yorumlandığını görüyoruz. Açıklamamıza son verirken İslam Peygamberinin yetimlerle ilgili üç hadisi şerifini (73)  kaydedelim:
   "Ey yüce Allahım! Şu iki horlananın , yetim ve kadının haklarını gereğince koruyamacağım diye ürpermekteyim."
   " Müslümanların en hayırlı evleri , yetime ikram ve itibar edilen ev, en kötü evleride yetime kötülük ve eziyet edilen evdir."
   "Üç yetimi koruyup barındıran; gündüzleri oruçlu , geceleri namazlı geçiren, sabah akşam kılıcını çekmiş halde Allah yolunda savaşan kişi gibidir. Ben, böyle biriyle cennette, yanyana kardeş olacağım.Tıpkı şu iki parmağım gibi."



70 B.talak, 26;M.zühd,42;T.birr,14
71 Rimbaud Poesies,10
72 Duha,6-10
73 İM edeb,6

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi dilinden Hz. Muhammed


                                        -----------------------------------------


   29." Bir kol kemiği veya paçadan yapılmış bir yemeği yemek üzere davet edilsem giderim;  bir kol kemiği veya bir paça hediye edilse kabullenirim.

                                       AÇIKLAMA

   Allah elçisi bu hadisi şeriflerinde , insan hayatına sevgi ve sıcaklık getiren temel kurallardan birini ifadeye koyarken , insanlık için nasıl bir sevgi ve ilgiyle dolu olduğunu da göstermektedir. Bu hadis , insana saygı ve sevginin eşsiz belirişlerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Varlığın en mükemmel ve en saygın örneği olan insanın davetine gitmek
ve hediyesini kabul etmek , ona değer vermenin en belirgin ifadesidir.  Hz.Peygamber bu noktaya dikkat çekiyor. O Peygamber ki , toplanıp yığılan zekat mallarına elini sürmemiş , bunlardan yararlanmayı bütün ev halkına ve yakınlarına yasaklamış , hatta bu mallardan birtek hurmayı ağzına koyan torunu Hasan'ın ağzından kendi elleriyle çıkrarak şöyle konuşmuştur:" Bilmezmisin ki bizlere zekat ve sadaka yemek yasaktır. " Başkalarının malına el sürmemek , kamu malından yararlanmamak hususunda böylesine titiz olan bir peygamberin , az öncki hadiste vurgulamak istediği espriye iyi dikkat etmek lazımdır.
   İnsan hayatına renk ve huzur getiren davranışlardan biri de, sevginin bir belirtisi olan hediyeleşmedir. Bu evrensel gerçeğe bir hadisi şerifde şöyle işaret edilmiştir: "Hediyeleşin ki birbirinizi sevmeniz kolaylaşsın." Bu bir hayat kanunu olduğuna göre bunun uygulama şeklininde düzenlenmesi gerekirdi. ve yukarıda verilen hadis bu düzenlemenin en önemli yanını halletmiştir. tasavvufta bu hadis şu şekilde kurallaştırılmıştır: "Hediyenin küçüğü olmaz." Aksine, çoğu kez küçük hediyeler , onları getirenlerin imkanları düşünüldüğünde çok daha derin bir sevgi ve bağlılığın belirtisi olabilirler.
   Hediyeleşme bakımından , her an yüzyüze olduğumuz komşularımızla çok daha önemli bir pozisyonda bulunmaktayız.Komşunun yoksulu var, zengini var... İslam koşuluk ilişkilerini menfaat temelinedeğil , sevgi ve hizmet verme temeline oturtmuştur. Komşumuza yaklaşımımız ona bir şeyler vermek, bir hizmette bulunmak niyetine yönelik olacaktır, ondan yararlanmak niyetine değil . Böyle olunca da onun en küçük ilgisi bile bizim için büyük anlam taşır. Bu ilgi ayrıca bir hediye ile de beslenmişse çok daha mutlu bir tablo ile karşı karşıyayız demektir.  Burada önemli olan komşunun gönül bağlılığıdır, sağladığı yararın derecesi değil.
   Allah Resulü , komşular arası hediyeleşme de hakim olması gereken bu espriyi bu hadislerinde şu şekilde ifadeye koyuyorlar."Ey Müslüman kadınlar. Sizin hiç biriniz , öteki komşusunun hediyesini, bu hediye bir koyun paçası olsa bile , sakın küçük görmesin."

102 IS 1/371;T.Şemail,163.


Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed

                                  -------------------------------------


    32. " Beni edep dersi vererek eğiten, doğrudan doğruya Rabbim oldu. ve beni çok güzel eğitti." (108)


                                       AÇIKLAMA

  Bir ahlaksal terim olarak edep şu ifadelerle tanımlanmıştır; " Her türlü durumda iyilikve güzellik üzre olmak, güzel ahlak ve seçkin nitelikleri benlikte toplamaktır. " Ve : " Edep bir yetenektir ki , kendisine sahip olanı çirkinlik ve lekelerden korur." (109)
   İslam'ın en seçkin ahlak kurumu olan tasavvufta edep " İyiye ve güzele yönelik bütün huyları  benlikte toplamak " (110) olarak tanımlanır ve Allah'a varma gayretindeki yolcunun en güvenilir azığı kabul edilir. 
    Kişiyi edeple donatma gayret ve faaliyetine te'dip denir ki , açıklamakta olduğumuz hadiste de bu kelime kullanılmıştır.
    Bu hadis bize gösteriyor ki Peygmberlerin eğitilmeleri , yaradılış düzeni içinde ,bizzat yaratan kudret tarafından ele alınmıştır. Bu, daha başka yerlerde dikkat çektiğimiz ıstıfa keyfiyetinin bir uzantısıdır.  
   Yaratıcı kudret ,nebileri, kendisinin somutlaşmış birer görünümü olarak bu aleme gönderir. Kur'an'ın , insanı " Allah'ın halifesi " (111) nitelendiren ayetindeki sır, tam şekliyle  nebilere özgüdür.Diğer insanlar bundan, kısmen nasiplenirler. O da nebiye gereğince , bağlanmakla elde edilir. çünkü hilafet sırrı Allah'ın lütfuna  doğrudan muhatap olanla o  muhatabın korumasına liyakat kazanandan başkasında tecelli etmez. Bütün insanların bu sırra aday olmalarını kabul gerekirse de , insan kılığındaki her canlının bunun fiilen sahibi olduğunu söylemek mümkün değildir.
  Nebilerin edepleri, onların aldıkları vahyin toplamından oluşur. Nitekim Hz. Peygamber'in edebi de Kur'an'da kristalleşir. Bu yüzdendir ki , hadiste; Allah'ın edebi Kur'an'da toplanmıştır buyuruluyor.(112) Allah'ın edebi , onun Resulü'nün de edebidir. Halife, vekalet ettiği kişinin tavrını izler ve ortaya koyar.


108 Acluni , 1/70
109 bk. Tehanevi, edep mad.
110 kuşeyri; Risale, 2/558
111 bk Bakara 30
112 Darimi, fedaailü Kur'an,1


Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz Muhammed         


                                        ---------------------------------

" Hiç kuşkunuz olmasın ki , benim için en sevimlileriniz ve kıyamet günü benim meclislerime en yakın olanlarınız ahlak yönünden en  güzel olanlarınızdır. Bunlar; insanlarla ilişkilerinde kolaylık ve hoşgörüyü esas alan insanlardır ki herkesle ülfet içinde olurlar ve herkes  onlarla ülfet kurabilirler.
 
                           AÇIKLAMA

   Ülfet ; kaynaşma, kucaklaşma, yakınlaşma anlamlarını taşır ve Muhammedi ahlakın belirgin özellikleriden biri olarak karşımıza çıkar. Dinin esas hedeflerinden biri , insanla Allah arası ülfeti , ikinciside insanla insan arası ülfeti sağlamaktır. Ülfeti olmayanın dinden nasiplendiğini söylemek mümkün değildir.Ülfetsizlik hagi gerekçeye dayanırsa dayansın sonuç değişmez.
   Kur'an'ı Kerim bu ülfet sırrı üzerinde ısrarla durmakta ve onu yaradılış
düzeninin en önemli ve en çetin keyfiyetlerinden biri olarak göstermektedir.
   Ülfet aynı zamanda Kur'an'ın başardığı mucize oluşlardan biridir:
   " O Allah'tır ki seni özel yardımıyla ve müminlerle güçlendirdi, destekledi. Ve seni izleyenlerin gönülleri arasında ülfet meydana getirdi. Sen eğer yeryüzündeki tüm servetleri harcasaydın onların gönüllerinde ülfeti yinede vucüda getiremezdin. Ama Allah onların gönüllerini ülfetle kaynaştırdı. O çok aziz ve çok hikmet sahibidir." (115)
   " Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın. Hani siz birbirinizin düşmanı idiniz de O ,kalpleriniz arasında ülfet yaratıp sizi  kaynaştırdı  ve bunun üzerine siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz. " (116)
  O halde tüm  dinlerin , felsefelerin, inkılapların en zorlu işi insanlar arasında ülfet yaratmaktır. Ve bu demektir ki insana sunulacak en büyük nimetlerden biri de hayata ülfeti egemen kılmaktır. Çünkü mutlu vegüzel bir dünyanın yolu ülfetten geçer.
    İslam , ülfetin getireceği kaynaşmayı yok ettikleri veya  zedeliyecekleri için , engizisyon, sınıflama, dinsel kisve ve resmi mabet fikrine bünyesinde yervermemiştr. Hz. Peygamber sürekli olarak , insanlardan biri gibi yaşamaya özen göstermiş , fildişi kule, başka dünya adamı olmamıştır.
   Aşağıdaki sözü onun bu yanını daha çıplak bir biçimde ortaya koyuyor.
   "Siz ; fırka fırka, parça parça bir halde idiniz; Allah benim sayemde sizi bir ülfetle  kaynaştırıp birleştirdi." (117)


115 K.Enfal, 62-63
116  Ali imran , 103
117 B.megazi, 56
    

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz.Muhammed


                                  -------------------------------------


  " Şu bir gerçek ki , sizin, benim katımda en sevimliniz ve kıyamet günü sohbetime en yakın bulunacak olanınız, ahlak yönünden en güzel olanınızdır. Ve benim hoşnutsuzluğuma en çok maruz kalanınız ve kıyamet günü bana sohbet bakımından en uzak olanlarınız çok yiyip çok konuşan, insanlarla alay eden , kibirli, şımarık kişilerdir."

                                          AÇIKLAMA

   Bu hadis , Son Resul ahlakının boyutlarından en önemlilerini verdiği gibi , vahye dayalı ahlakın kemal noktalarına da dikkat çekmektedir. Bunlar ; Yemek ve konuşmakta dengeli olmak, insanları incitici tavır ve davranışlardan kaçınmak, tevazu ve şımarmamaktır.
   Dikkat edilirse bunları ahlaksal benliğine hakim kılamamak  Resul'e uzaklık yani dinden nasipsizliktir. Burada gösterilen illetlerden uzak kalamıyanların din adına ortaya koyacakları tavır ve iddialar , birer ikiyüzlülük ve aldanış olarak kalacaktır. Çünkü gaye güzel ahlaktır. Gayeyi elde edemeyenlerin araçları putlaştırmaları da ayrı bir illet ve nasipsizliktir.
   Bundan sonraki hadis de bu gerçeğe bir başka perspektiften açıklık getirmektedir.

B.Menakıb,23;T.birr,71

Yaşar Nuri Öztürk
kendi Dilinen Hz.Muhammed

                              ---------------------------------------

"Ben , ahlaki güzelliği tamamlamak için gönderildim." (133)

                              AÇIKLAMA

   Bu hadis ,  Hz.peygmber'in nübüvvet ve şahsiyetinin hakim ögelerinden birini ifadeye koymaktadır: ahlak güzelliği...
   Vahyin hedefi insan - Allah diyaloğunu en erdirici biçimde  kurmaktır. bunu, insanın ve hayatın mutluluğunu sağlamak diye de belirtebiliriz. Böyleolunca ahlak , yani imanın ve duygunun , insanlarla ilişki halinde  iyilik ve güzelliğe dönüştürülmesi dinin esas hedefi olur. Bu hedefe dinden habersizvaran , dinden haberdar olupda varamayandan , insan hayatı veoluş açısından, daha makbuldür. Bunun içindir ki Hz. Peygamber , hadislerinde , diniahlaktan ibaret gösteren ifadelere yer vermiştir. Şöyle
buyuruyor : " Allah , insanların ahlakı dışında birşey hakkında vahiy göndermemiştir. " 134  Bir yetde deşöyle diyor: " müminleriniman yönünden en mükemmel olanları , onların ahlak açısından en güzel olanlarıdır." 135
   ahlaklailgili geniş bölümleri biz , 400soruda İslam adlı eserimizin 4. bölümünde verdik.dileyenler oraya bakabilirler. burada şu kadarını söyleyerek bahsi kapatacağız :
   Kur'an-ı Kerim, ahlakı bir pratik-ameli kavram olarak elealır ve onun canlı modeli  olarak peygamberleri , özellikle son Resul'ü gösterir: "Andolsun ki , sen ,gerçekten  çok yüce bir ahlak üzeresin. " 136 Hz.aişe, Kur'an'ın bu beyanına pratik bir açıklama getirirken şöyle diyor: "Allah Resulünun ahlakı Kur'anî yaşamaktan ibaretti." O halde Hz.Peygamberin ahlakı Kur'an'dır. Bu ahlak Allah'ın ahlakıdır. Nitekim Cenabı Resul :" Allah'ın ahlakıyla ahlaklanın buyurmuştur.
   allah2ın ahlakı ,sırat-ı müstakim ahlakıdır ki ,Kur'an insanı da bu dosdoğruyol ahlakı üzreolmaya çağırır.Kur'an insanla allah'ı sırat-ı müstakim de birleşeniki hür ego olarak sunuyor. Ve Allah'ı sevmeyi , hz. Peygambere uymak gibi ameli bir tavra çağırarak da ahlakın spekülasyondan tatbike geçirilişinin yolunu gösteriyor. 137

133 Malik, hüsnül hulk,8
134 B.Tefsıru suretil Araf
135 ed.sünnet,14
136 Kalem,4
137 bk.İK.Hud,56;Ali İmran,31.

Kendi Dilinen Hz. Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

                                     ---------------------------------

   "Aziz ve yüce Allah'tan ümmetim için üç şey diledimde bunların ikisini bana verdi , üçüncüsünü kabul etmedi . Allah'tan ümmetime kendileri dışından düşman musallat etmemesini rica ettim ; bu dileğimi kabul etti. ve O'ndan , ümmetimi suda boğarak helak etmemesini diledim, bunu da kabul etti. Nihayet O'ndan , ümmetimi birbirine düşürmemesini rica ettim; bu isteğimi geri çevirdi." 7

                             AÇIKLAMA

   Burada , yine Muhammed ümmetini  kemirecek olan temel derde işaret ediliyor: didişme , çekişme ve kamplaşma... Kısaca tefrika illeti, tevhidin parçalanması...
   Bu peygamber beyanları açıkça gösteriyor ki Müslümanları perişan edecek felaket dıştan değil içten gelir ve o, parçalanıp bölünme hstalığıdır. Tarih içinde müslüman kuşakların ana problemi daima bu olmuştur. 
  Bu illetin besleyici unsurlarından biri ,belki de birincisi ise şimdi vereceğimiz hadislerde dile getiriliyor.

Kendi Dilinde Hz. Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk


7 İM fiten,9.

                                       -----------------------------------

        " Hiç kuşkusuz ben de bir insanım . Sizler zaman zaman çekişmelerinizi benim hakemliğime sunuyorsunuz. Olabilir ki biriniz , delillerini daha ikna edici tarzda ortaya koyar da bende dinlediğimi esas alarak onun lehine hüküm veririm .Bu şekilde hüküm verip de kardeşinden bir hakkı kendisine geçirdiğim  kişi mahkum edilenden asla birşey almasın . Biliniz ki ben bu durumda  kazanan tarafa ateşten bir parça vermiş olurum."26

                            AÇIKLAMA


   İslam peygamberi , ruhsal önder olduğu kadar, ashabının hukuk sorunlarını çözen bir yargıçtıda... İnsanlık tarihinin bu en büyük yargıcı , az önce verdiğimiz hadisi şerifinde hukuk kurallarının evrensellerinden birini koymuş bulunuyor: Hukuk hak ilmi olmaktan çok delil kurumudur. Hukuk elbetteki hakkın peşindedir , ama o, hakkı ararken daima delillere başvurur ve delilleri güçlü olan , hakkın sahibi olarak belirir. Böyle bir tutum hukuk tarihinde birçok hatanın yapılmasına , birçok hakkın çiğnenmesine yol açmış olsa da hukukun varlığını ve bir kurum olarak iş görmesini sağlamak için bu istisnalara göz yummak ve hukukun bir delil kurumu olduğunu benimsemek zorundayız. Hz. Peygamberin vurgulamak istediği de budur. Yoksa o , karşısına dikilen kişilerin haklı veya haksız olduklarını elbetteki, daha ilk bakışta anlayacak bir sezgi ve bakış gücüne sahipti. Onun, gözlerinden böyle şeylerin gizlenmesi mümkün olamazdı. Ama o, söze " ben bir insanım" diye girerek , bu konuda insanın izleyeceği yolu göstermiştir. O burada Peygamber olarak taşıdığı tespit gücüne dikkat çekmek peşinde değildir.

26 B mezalim, 16; Ebu Davud, akzıya,7

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz. Muhammed

                     -----------------------------------------------


   79- "Ben tövbe ve merhamet peygamberiyim." (33)


                                     AÇIKLAMA

   Yaratıcı ile yaratılan arasında en belirgin farklardan biri de Yaratcı'nın özür kabul edicilik ve merhamet edicilik niteliğinin önde gelişidir.Tövbe kabul etme ve merhamet , Allah'ın temel karakteri olarak sunulmaktadır. Allah'ın tövbe kapısı sürekli açık ,merhameti sınırsızdır. 
   Allah'ta temel nitelik olan affedicilik ve merhamet onun varlıklar dünyasındaki en mükemmel göstericisi olan Hz.Muhammed'de de hakim nitelik olarak karşımıza çıkmaktadır. Nitekim Kur'an Allah'ın adlarından merhamet ve bağışlama ifade eden ikisini Hz Muhammed için kullanmaktadır. Rahim, Rauf.  Kur'an'ı Kerim , merhametin sonsuzluğunu Hz.Peygamber açısındanda düzenlemekte ve şöyle demektedir: " Ey Peygamber ! Biz seni bütün varlıklara bir rahmet olarak gönderdik " (34) Varlıklar kavramı içine inanmayanlar da gireceğine göre, Hz Muhammed istisnasız bütün insanların muştusu , rahmeti ve ümididir. Onu inkar etmek, bu rahmetten yararlanmayı engellemez. Tıpkı güneşi inkar eden kişinin güneşten yararlanmasına , inkarının engel olmadığı gibi.
   Hz. Peygamber ,temsil ettiği sonsuz ve sınırsız rahmetin yalnız kendisini kabul edenlere özgülenmesini hoş görmemiştir.Bir sahabinin: "Allah'ım! Bana, bir de Muhammed'e rahmet et, yalnız bize rahmet et"diye dua ettiğini duyduğunda duruma müdahale ederek şöyle bir düzeltme yapmıştr; " Ey Arap!  Sen gerçekten sınırsız olan bir şeyi sınırladın."(35) Bir başka yerde ise şöyle buyurmuştur : " Birbirinize merhametli davranmadıkça iman sahibi olamazsınız " Bu sözü dinleyen sahabiler şöyle dediler: "Ey Allah'ın Resulü, bizher zaman birbirimize merhametli davranmaktayız. " Hz.Peygamber sahabilerin bu beyanlarına karşılık şu ölümsüz prensibi dile getirdi: " Benim dediğim, sizin kendi aranızda merhametli olmanız değildir.  Benim dediğim, sizlerin , sizlerin Allah'ın bütün yarattıklarına karşı merhametli olmanızdır. " (36) 

33 İİ.paragraf,183.
34 enbiya ,107
35 B.edep
36 Münziri ,3/201.

Kendi Dilinden Hz muhammed
Yaşar Nuri Öztürk



                                      ---------------------------------------


   48."Allah için, kimsenin maruz kalmadığı korkulara maruz kaldım; Allah için , kimsenin maruz kalmadığı eziyetlere uğratıldım." 151
  49. " Bana ne dünya mal ve refahından ! Ululazm Peygamber kardeşlerim , benim maruz kaldığım yokluk ve sıkıntıdan daha ağırıyla yüz yüze geldiler de yinede sabrettiler. Onlar o halleri üzere yaşadı ve o halleri içinde Allah' a vardılar. Allah' da onların sonsuzluk yurtlarını yüce tuttu ve ödüllerini artırdı. Hal böyle olunca ben kalkar geçimimde bolluk ve refah içinde yüzersem onların önünde yarın kusurlu kalır, utanırım. Benim için en sevimli şey , dostlarıma , kardeşlerime ulaşmaktr." 152

                                       AÇIKLAMA

   Allah Elçisi'nin bu hadisi , O'nun ölümünden bir ay kadar önceki bir konuşmasıdır.
   Hz.Aişe , biraz daha dünyalık tedarik etmesini söylediğinde , Resuller Sultanı, işte böyle konuşmuştur. Asrısaadetin Büyük Kadınları adlı kitabımızda genişçe anlattığımız gibi Son Resul , İslam Inkilabının bütün nimetlerini başkalarına dağıtırken bütün çile ve sıkıntılarını kendisine ve Ehlibeytine reva görmüştür. O, çilelerin en ağırlarına göğüs gererek sürdürdüğü tebliğ ve hizmet için Hak rıası dışında hiç bir  şey beklememiştir. Biliyordu ki , aydınlık ve güzelliğe götürenler , tebliğ ve hizmetleri karşılığında ücret beklemeyenlerdir. 153

   O'nun büyük görevine karşılık tek "ücreti", yine Hak tarafından belirlenmiştir: Ehlibeytine sevgi ve saygı (Mevedde)154

151 T.kıyamet: T.şemail,70
152 Kadı Iyaz , 17184.
153 bk.K.Yasin,21
154 bk.K.Şura,23

Kendi Dilinden Hz Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

                                     ---------------------------------

    " Aziz ve yüce Allah'tan  ümmetim için üç şey diledimde bunların ikisini bana verdi , üçücüsünü de kabul etmedi. Allah'tan ümmetime kendileri dışında düşman musallat etmemesini rica ettim; bu dileğimi kabul etti. Ve  O'ndan ümmetimi suda boğarak helak etmemesini diledim, bunu da kabul etti. Nihayet O'ndan , ümmetimi birbirine düşürmemesini rica ettim; bu istediğimi geri çevirdi." (7)

                           AÇIKLAMA

   Burada , yine Muhammed ümmetini kemirecek olan temel derde işaret ediliyor: Didişme, çekişme ve kamplaşma... Kısaca tefrika illeti , tevhidin parçalanması...
   Bu peygamber beyanları açıkça gösteriyor ki Müslümanları perişan edecek felaket dıştan değil içten gelir ve o,  parçalanıp bölünme hastalığıdır. Tarih içinde Müslüman kuşakların ana problemi daima bu olmuştur.
   Bu illetin besleyici unsurlarından biri,  belki de birincisi ise şimdi vereceğimiz hadislerde dile getiriliyor.

7 İM .fiten,9

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinde Hz Muhammed

                   --------------------------

86."Ben ümmi nebi Muhammed'im. Benden sonra nebi gelmeyecektir. Kelimelerin amaçladığı tüm hikmetleri toplayan sözler (cevamiul kelim) ve sözlerin tacı-mührü olan kelimeler bana verilmiştir. Cehennemin bekçileri , arşın taşıyıcıları bana tanıtılmıştır." 49

                   AÇIKLAMA

   Yukarki iki hadis için verilen açıklama, bu hadis için de aynen geçerlidir.
   Burada ayrıca Ümmi sıfatı üzerinde durmak gerekir.
   Ümmi , Kur'an terminolojisinde , okumayı yazmayı bilmeyen değil , yazma yoluyla elde edilen bilgileri özellikle ehlikitapın sahip olduğu dinsel bilgileri bilmeyen ve doğal hali üzre kalmış olan kişiyi ifade eder. Kelimenin kökü olan ümm yani anne burada temel noktadır. Ümmi annesinin kendisine verdiği bilgilerle yetinen yaratılışı üzre kalmış kişidir.50
   Arap dili lügatlerinin bu kelimenin etimolojisi ve çerçevesiyle ilgili olarak verdikleri bilgileri değerlendirirsek şu sonuca varabiliriz; Ümmi , kitabı- entellektüel bilgilerle zihni ve gönlü doldurulmamış kişidir.
     Kur'an nebinin bu ümmilik vasfı üzerinde ısrarla durduğu gibi, onun hitabettiği çekirdek neslin ümmiliği  üzerinde de durur. Bu iki görünümlü ümmilik , vahyin insan hayatına nakşedilmesi açısından önem taşımaktadır.
   Evvela nebi ümmi'dir. "Onlar ümmi nebi olan bir elçiye uyarlar. Öyle bir nebidir ki o , hitabettiği topluluk onu , ellerinde bulunan tevrat ve incilde yazılı halde görürler. O, onlara iyiyi ve güzeli emreder , onları çirkin ve kötüden geri çeker, onlara güzel ve temiz şeyleri helal kılar , pis şeyleri haram eder ve onların üzerindeki ağır yükleri , bağları indirir.  o halde o nebiye inanan , onu destekleyen , ona yardım edenler ve onunla gönderilen aydınlığa uyanlar , sonsuz kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. " 51
   Bu ayet hem hz Peygamberin ümmi vasfını saptıyor , hem de nebinin ümmiliğine bağlanan sonuçları ve bunların vahiy kurumu açısından kaçınılmazlığını ortaya koyuyor.
   Hadisin devamında , ümmiliğin zemin oluşturduğu vasıtasız bilginin kalitesine ve boyutlarına dikkat çekiliyor: duyulara dayanan bilginin sunduğu parça gerçekler yerine bu bilgiyle toplayıcı ve erdirici hakikat yakalanmaktadır.

49 Kadı ıyaz, 1/221
50 bk.İbn Manzur,ümmi madd.
51 A'raf,157 Ayrıca bk.Araf,158
     Ali imran 20; Cumua ,2.

Kendi Dilinden Hz Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

                     ----------------------------------------------------------------------------


   "Hiç kuşkunuz olmasın ki , benim için en sevimlileriniz ve kıyamet günü benim meclislerime en yakın olanlarınız ahlak yönünden en güzel olanlarınızdır. Bunlar; insanlarla ilişkilerinde kolaylık ve hoşgörüyü esas alan insanlardır ki , herkesle ülfet içinde olurlar ve herkes onlarla ülfet kurabilirler " 114


                                                  AÇIKLAMA


   Ülfet ; kaynaşma , kucaklaşma, yakınlaşma anlamlarını taşır ve Muhammedi ahlakın belirgin özelliklerinden biri olarak karşımıza çıkar . Dinin esas hedeflerinden biri insanla Allah arası ülfeti sağlamaktır. Ülfeti olmayanın dinden nasiplendiğini söylemek mümkün değildir. Ülfetsizlik hangi gerekçeye dayanırsa dayansın sonuç değişmez. 
     Kur'an-ı Kerim bu ülfet sırrı üzerinde ısrarla durmakta ve onu yaradılış düzeninin en önemli ve en çetin keyfiyetlerinden biri olarak göstermektedir.
   Ülfet aynı zamanda Kur'an'ın başardığı mucize oluşlardan biridir:
   "O Allah'tır ki seni özel yardımıyla ve müminlerle güçlendirdi , destekledi.Ve seni izleyenlerin gönülleri arasında ülfet meydana getirdi. Sen eğer yeryüzündeki tüm servetleri harcasaydın onların gönüllerinde ülfeti yine de vucüda getiremezdin Ama Allah onların gönüllerini ülfetle kaynaştırdı. O çok aziz ve çok hikmet sahibidir."115
   " Allah'ın üzerinizdeki nimetini anın Hani siz birbirinizin düşmanı idiniz de O , kalpleriniz arasında ülfet yaratıp sizi kaynaştırdı ve bunun üzerine siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler oluverdiniz. " 116
   O halde tüm dinlerin , felsefelerin, inkilapların en zorlu işi insanlar arasında ülfet yaratmaktır. Ve bu demektir ki insana sunulacak en büyük nimetlerden biri de hayata ülfeti egemen kılmaktır. Çünkü mutlu ve güzel bir dünyanın yolu ülfetten geçer. 
   İslam, ülfetin getireceği kaynaşmayı yokettikleri veya zedeleyecekleri için , engizisyon, sınıflaşma, dinsel kisve ve resmi mabet fikrine bünyesinde yervermemiştir. Hz. Peygamber sürekli olarak , insanlardan biri gibi yaşamaya özen göstermiş , fildişi kule , başka dünya adamı olmamıştır.
   Aşağıdaki sözü onun bu yanını daha çıplak bir biçimde ortaya koyuyor.  

   "Siz ; fırka fırka , parça parça bir halde idiniz ; Allah benim sayemde sizi bir ülfetle kaynaştırıp birleştirdi. " 117

   114 Kadı Iyaz ,1/102-103
   115 K.Enfal, 62-63
   116 Ali İmran , 103
   117 B megazi , 56

   Yaşar Nuri Öztürk
   Kendi Dilinde Hz Muhammed
 
                                     ---------------------------------------------------



   "Benimle öteki nebilerin durumu şuna benzer: Adam bir ev yapmış ve cok güzel yapmıştır. Fakat binada bir tuğla veya bir kerpiç yeri açık durmaktadır. Şimdi insanlar bu evi gezmekte ve hayretle şöyle demektedirler; " Şu tuğlanın yeride doldurulsaydı ne güzel olurdu ".İşte ben bu son tuğlayım. nebilerin sonuncusuyum ben ."55
   89."Ben ibrahimin duasına bir cevap ve İsanın beklediği müjdeyim."56
   
                        AÇIKLAMA


  Bu iki hadisi şerif , peygamberliğin kemalini temsil eden Son Resul'un yerini ve benliğinde taşıdığı değerlerin çapını ifadeye koymaktadır. 
   Tevhid bayrağını zafer burcuna diken O'dur. Onun eteğine yapışmayan bir gayret, Allah yolunda sadece arayış içinde kalır.Sonsuzluk seferinin arayışını buluş haline getirmek için O'na sarılmak gerekiyor. Kur'an bu noktaya dikkat çekerken şöyle der; "Onlara şöyle söyle "Eğer Allah'ı seviyorsanız , bana uyun ki Allah'da sizi sevsin." 57

    O halde Allah'ı sevme cehdinin hedefine varması Hz Muhammed'e bağlanmakla elde ediliyor.Seyyid Ahmed Hüsameddin (ölm 1925) bu gerçeğe deyinirken şöyle diyor: " Muhammedin varlığı Allah' ı bilmek içindir.Muhammed'siz Allah bilinmez."Aynı Seyyid düşünür, Cenabı Muhammed'in insanın tekamül ve terbiyesindeki evrensel yerine işaret ederken de şu ilginç tesbiti yapıyor: "O aleme rahmet olarak gönderildiğinden , din yönünden bütün insanlığın terbiye ve irşadına memur ve Allah Resulu bulunmakla da rabbul alemin (alemlerin rabbi) dir."59
   Böylece Seyyid Hüsamettin , Allah Resulünun , Alemlerin terbiyecisi olmak bakımından , Allah'ın bir nevi yardımcısı olduğunu belirtiyor.Esas Allah halifesi (60)  budur.Nitekim Kur'an , Allah'ın isim sıfatlarından bazılarını Hz.Peygamber'ede veriyor ki , daha önce bu konuyu genişçe anlatmıştık.
   Resuller Sultanının " İbrahimin duası , İsa'nın müjdesi oluşu'na gelince : Burada Kur'an'ın iki ayetine telmih vardır.
   Bakara suresinin 129.ayetine göre , Tevhid elçilerinin dedesi olan Hz. İbrahim Allah'a şöyle yakarmıştır: "Ey Rabbimiz Soyumuzdan o insanlara öyle bir Resul gönder ki, onlara senin ayetlerini okusun , onlara vahyin mesajlarını içeren kitabı ve hikmeti öğretsin ve onları arındırıp yüceltsin."
   İşte İbrahim'in bu duasının tanrısal cevabı Hz Muhammed'dir.
   Öte yandan Kur'an'ın Saff suresi 6. ayeti Hz.İsa'nın, son Resulu müjdelediğini bildirirken şöyle diyor." Hani Meryem oğlu İsa şöyle demişti: "Ey İsrailoğulları !
Ben size Allah tarafından gönderilmiş bir elçiyim .Önümde duran Tevratı tasdikleyen ve benden sonra Ahmed ismiyle gelecek olan Resulü müjdeleyen biri olarak gelmiş bulunuyorum."
   Kanonik inciller arasında resmen kanul edilmeyen incillerden biri olan Barnabas incili , Hz İsa'nın bu haberini detaylandıran pasajlarla doludur. Bunlardan bazılarını biz bu kitabımızda daha önce kaydettik.

55 B.menakıb, 18; T.edeb,77,İbn Hanbel,3/361
56 Kadı Iyaz 1/225-226.
57 Ali İmran , 31
58Ahmed Hüsameddin ; Mezahürul Vucüd ,5
59 Aynı eser , 6
60 bk.K.Bakara ,30


                                       -----------------------------------------


   "Benliğim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki , hiçbiriniz , ben ona ebeveyninden ve çocuklarından daha sevimli olmadıkça , imanda kemale
eremez. 1

                                                     AÇIKLAMA

   Ruh-i Azam yani en büyük ruh olan Hz. Peygamber , bütün kainatın küçük bir modeli, bütün insanlığın birleştiği tek vucüttür. O halde Onu sevmek bütün kainatı , bütün insanlığı sevmek olacaktır. O, böyle bir sevmeyi , insandan bir görev olarak beklerken bencillik, gurur tutsağı değil , Yaratıcının isteğine bir tercümandır.
   Yukarıda kaydettiğimiz hadisi duyan Hz Ömer , Resulullaha koşmuş ve şöyle demişti; "Kendi benliğim dışında herşeyden daha sevgilisin bana , ey Allah Resulü!" Cenabı Resul bunun üzerine şu sözü söyledi; "Bu yetmez , ey Ömer ! Sana kendi nefsinden de sevgili olmalıyım ." " Bunu duyan Ömer henüz tam kemale eremediğini anladı ve ürpertiyle kendini toparlayarak şöyle konuştu; Ey Allah'ın Resulü ! Sen bana kendi benliğimden de daha sevimlisin." Ve şu müjdeyi duyabildi: " İşte şimdi oldu, ey Ömer!"
   Son Resulü sevmenin evrensel değeri üzerinde söyleyeceklerimizin esası olan Kuransal beyan şöyledir:" Ey Peygamberim ! Kullarıma de ki : "Eğer Allah'ı seviyorsanız , beni sevin ki Allah'da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın ..." 2
     Bu ayeti kerime , aşk ve bağlılığın hedefi ve objesi olarak Allah ile Son Peygamberi aynileştirmiştir. Kuran da buna işaret eden daha başka beyanlarda vardır. Bunlardan biri de bazı surelerin başında yer alan ve bir ayet olarak kabul edilen üç harfli şu semboldür; Elif-Lam-Mim. Denmiştir ki varlık Elik ile Mim arasında saklıdır. Elif Allah'ın , Mim Muhammedin sembolü olduğuna göre varlık Allah ile Muhammed arası bir ilgi ve kucaklaşma olgusundan ibaret demektir. İslam bilgini Bakıllani (ölm 403/1012) İ'cazu'l Kur'an adlı eserinde bu noktayı kelam(söz) açısından ele almakta ve şöyle demektedir: İnsan hançeresinde harflerin en alttan çıkanı Elif , en üstten çıkanı Mim'dir. Bütün Arap dili bu iki harf arasında doğup oluşur. O halde kelamın bütün cilveleri bu iki harf arasında dolanıp durmaktadır. "
    O halde Kur'an , Allah ile Son Resul arası bir kaynaşma ve ilginin eseridir. Nitekim, Hz Peygamber'e ve O'nun varisi olan kamil insana "Kur'anı Natık yani konuşan Kur'an denmiştir. Bu evrensel geçeğin sırrını farkedebilmek ise , Muhammedi aşktan nasip olmaya bağlıdır. Çünkü her şey o emsalsiz aşkın yüksek makamında düğümlenmektedir. Mutasavvıf Muhammed b.Hamza , kainatı bir takım makamlara ayırırken makam'ı maşuk yani sevilen varlık makamını Muhammed Mustafanın ruhunun makamı olarak gösterir ve derki " Her şeyin maşuku ( sevgilisi ) odur.Zira varlığın gayesi odur."Yine aynı düşünüre göre aşk makamı da velilerin , Muhammedi ruhu seyretme makamıdır.3an, 8a

1 B.İman, 8; iman 69
2 Ali İmran, 31
3 Muhammed b.Hamza, Makamat'ı evliya , vr.36-39

Yaşar nuri öztürk
Kendi Dilinde Hz Muhammed

                         -------------------------------------------------------

    " Gözüm uyur , fakat kalbim uyumaz." 196

                                             AÇIKLAMA



   İnsanın varlık yapısındaki iki temel unsura , Kur'an açıkça dikkat çeker: Toprak unsur, Allah'ın nefhası. Bunların ilki, insanın tekamüle, hastalığa, ölüme maruz bulunan iğreti yanıdır ki , Hz.Peygamber bunu "insanın bineği" olarak adlandırıyor. Bu bineğe iyi bakmak , onun haklarını da vermek İslam'ın emridir.

 

   Allah'ın nefhası , insanın özü, esası, yani "ben" dir ki ne tekamüle konudur ne ölüme , ne de hastalığa...

   İnsan bu iki unsurun bir tür çekişme alanıdır. İnsanın sahne olduğu diyalektiğin özü budur.

   Büyük ruhlarda , özellikle nebilerde bu iki unsurun ölümsüze kaynak olanı , yani tanrısal nefha binek varlığa tam hakimdir. Bu ruhlarda iğreti yan , egemenlik kuramaz. Dış planda , iğretinin ihtiyaçlarına cevap verilmesi , bu olguyu değiştirmez.

   Hz.Peygamber, ölümsüzün egemenliği açısından insanlığın en ileri benliğidir.Onda beden kaynaklı bütün güçler , ruhun kontrolu altındadır.Dış görünüşte o , beden şartlarına teslim olmuş gibi görünse de onda ruhun uyanık egemenliği süreklidir. Bu yüzdendir ki , Hz.Peygamberin uyku halide bir ileri faaliyet halidir. O halde de onun kozmik bağlantıları sürer ve tüm iç faaliyetleri işler.

   Bunun fıkıhtaki en belirgin sonucu , Allah Resulunun abdestinin uyku ile bozalmamasıdır. Çünkü abdesti bozan doğal haller , onun uykusunda kontrol dışı zuhur etmez. Uyku halinde de O , mesela kendi iradesi dışında yellenmez. Böyle bir şey olmuşsa onun iradesiyle olmuştur ve bu durumda O uykudan kalkınca abdest yenilemeden namaz kılmaz. Ancak uyku hali onun abdestsiz duruma gelmesine kendiliğinden sebep değildir. 

   Bu hadis bize gösteriyor ki Hz Resul'un ruhaniyet dediğimiz kozmik dirilik ve faaliyeti , bedeni ortadan kalkınca da sürer. O halde Hz Resul şu anda da hayy (diri) ve faaldir. Bunun geniş izahını , ileride salat ve selam bahsinde göreceğiz. Şimdilik şu kadarına işaret edelim:

   Hz.Peygamber'in hayatı ve insanlık dünyasıyla ilişkisi , bedenle kayıtlı olmadığından , bedenin ortadan çekilmesiyle sona ermez. Gönül gözü açık olanlar bunu  birçok canlı tecrübeyle yaşar ve görürler.

 196 B.teheccüd,16,menakıb,24 İbn Hanbel,2/251.

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz. Muhammed


                                        -------------------------------------

   "Sizi kendime hizmet ettirerek sivrilmek, farklılaşmak istemem.
Allah, kulunun kendini arkadaşlarından farklı-seçkin görmesinden hoşlanmaz."( 166 )

                              AÇIKLAMA

 Büyük ruh , bir boyutuyla da , başkaları üstünde ceberut, hegemonya kurmak istemeyen ruhtur. Büyük ruh , "bir topluluğun efendisi , o topluluğa hizmet verendir" diyebilen ve bunu yaşatan ruhtur.

   Bu anlamda en büyük ruhlar , nebiler ; onların en yücesi de son Resul Hz. Muhammed'dir. O , hizmeti, sevgisi ve ürettiği değerlerle ölümsüzleşti ; baskı , hegemonya, şatafat ve lakırdıyla değil. Sıradan insan görünümü ve tavrı içinde , en büyük işi veya işleri başarmak...
İşte ölümsüzlük ve yücelik budur.
   Ve Hz Muhammed , bu ölçüyle de insanlığın en büyüğüdür. eşi
Hz .Aişe'ye soruyorlar: "Günlük hayatında nasıl bir insandı ? " Cevap veriyor: " Herhangi bir insan gibiydi: Elbiselerinin söküğünü diker , koyunlarını sağar , kendi hizmetini kendisi görürdü. " 167
   O'na yıllar boyu hizmet vermek için didinmiş bir sahabi , Enes b.Malik'in şu sözlerini burada hatırlamalıyız: " Allah Resulune on yıl hizmet ettim ; bir kez olsun bana "öf" dediğini görmedim. Bir kez olsun " şunu neden yaptın ? " veya " şunu niçin yapmadın " dediğini bilmem. Ne O'nun elinden yumuşak bir ipeğe , ne onun teninden daha güzel kokan bir çiçeğe dokundum. O , insanların en güzeli , en güzel huylusu idi." (168)
   Eğer ahlak bir gerçekse ve eğer ahlaksal güzellik ve üstünlük bir değerse- ki bunda şüphe yoktur. Peygamberler özellikle onların
sonuncusu , insanlık tarihinin en inkar edilmez fenomeni ve en ölümsüz güzelliği olarak kutsanmalıdır. Muhammed İkbal bu gerçeğe değinirken şöyle demiştir: " Allah' ı inkar edebilme imkanı bulabilirsin, ama Allah elçisinin yüceliğini nasıl inkar edebilirsin." (169)
   Resul birçok gücü yanında , ahlakıyla da bir fenomendir. İnkar edilemez. Ve o inkar edilemeyeceğine göre , onun bildirdiklerini inkar da aldanış olur. İnsanlığın göklerde koloniler kurmaya hazırlandığı bir sırada , hala nebilerin mirasından ışık ve umut beklemesinin başka bir açıklaması var mı ? 


166  T.Şemail,5.164,dipnot,3(Taberiden naklen)
167  T.Şemail,164
168  T.Şemail,168
169  İkbal, Cavidname, (Tercüme) , 137

Kendi Dilinden Hz Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk
 

                                    ----------------------------------

           " Ben , Rabbimin bana öğrettiği dışında birşey bilmem."


                                    AÇIKLAMA

   Nasipsiz ve fikir çilesini yabancı kafalar için nebilerin bilgili , hatta devirlerinin en bilgili kişileri olmaları gerekir. Kur'an , bu inkarcı çarpık mantığın bir putperestlik ve beyinsizlik belirtisi olduğunu yer yer belirtir.
   İş , çarpık mantığın iddiasının tam tersinedir. Bir nebi duyular ve akılla elde edilen bilginin değil , duyular üstü idrakın kazandırdığı akıl üstü bilginin temsilcisidir. 
   Nebinin doldurulduğu bilgi akıl dışı değildir ama akıl üstüdür. O halde bir nebi Schimmel'in isabetle belirtiği gibi ; " sözlü , yada entellektüel bilgiye bulaşmamış olması gerekir." Aksi halde nebinin farklı hiçbir yanı , vahyin sıradan bilgiden hiçbir üstünlüğü kalmaz.
   Yaratıcı Kudret, nebinin bu entellekt ve duyulara dayalı bilgiden korunmasını esas alıyor. Nebinin gönlü ve beyni tam bir tabla rasa (boş ve berrak levha) olmalıdır ki , tanrısal kaynaklı , zamanüstü bilgi onun benliğine hiç bulanmadan nakşolabilsin.
   O halde bir nebinin en büyük mucizelerinden biri , devrinin entellektüel ve zamana mahkum bilgilerinden uzak olmasıdır. Bir başka deyimle bu bilgilerden hiçbir medet ummadan raeliteyi ve ölümsüz aydınlığı gösterebilmesidir. İlk emri "oku" olan ve ilmi en yüce değer gösteren bir kitabın , tebliğcisinin "ben okuma bilmem" , " ben Rabbimin öğrettiğinden başkasını bilmem" demesinin başka ne esprisi olabilir.
   Nebi, Onu görevlendiren kudretin direkt olarak sunduğu bilgiyle aydınlık getirecektir ki vahyin rahmeti yaratıcı fonksiyonunu icra edebilsin. Ancak şunu da unutmamak gerekir: Burada dikkate sunduğumuz felsefi - kozmik gerçeğin , Hz.Muhammed'in okuma-yazma bilmesiyle ilgisi yoktur. Yani onun ümmiliğinin anlamı okumayı , yazmayı bilmemek değil entellektüel bilgiyle dolmamış olmaktır.

 

                                      ------------------------------

 

   "Eğer ümmetime büyük bir zorluk yükleyeceğimden korkmasaydım , her namaz vakti diş fırçalamayı bir emir haline getirirdim." 143
   
   " Cebrail bana geldiği her seferde diş temizliğini tavsiye etmiştir."144


                              AÇIKLAMA

   Kur'an ve hadisin , üzerinde ısrarla durdukları ana konulardan biri de temizliktir. Kur'an'ı Kerim bu temizliğin titizlikle yerine getirilen , çok dikkatli bir temizlik (tatahhur) olmasını istemektedir. Bu temizliğin ideal örneklerini İslam Peygamberi bizzat kendileri vermişlerdir.
   Müslüman , hiçbir inançta eşini göremeyeceğimiz ölçüde temiz olmak zorunda bırakılmıştır. Öyle ki İslamiyeti yaşamak , insanı farkında olmadan bedeniyle de temizlemektedir. Unutmamak gerekir ki bir Müslüman'ın Allah huzuruna dönebilmesi için eliyle vücudunun herhangi bir yerinin aynı temizlikte olması gerekmektedir. Bütün fıkıh kitaplarının ilk bölümlerinin taharet ve suya ilişkin olması bir rastlantı değildir.
   Temizlik bahsinin en önemli konusu sivak veya istivak diye anılan diş temizliğidir. Sivak veya istivak işini yapan alete Arap dilinde misvak denir. Bunun şu veya bu maddeden , doğal veya yapay olması hiçbir fark yaratmaz. Fıkıh kitaplarındaki misvakın faziletlerine ilişkin beyanları diş temizliği diye anlamak lazımdır. Bizden istenen , dişleri ve ağzı temiz tutmaktır. Bir insan , mesela çöl ağacından yapılan doğal misvakı sürekli kullansa da dişleri temizlenmese sünneti yerine getirmiş olmaz. Çünkü bizden istenen , vasıtayla yetinmek değil , gayeye varmaktır. Gaye ise dişlerin temizliğidir.
   Hz.Peygamber'in diş temizliği ile ilgili beyanları ve bu temizliğe dikkat çeken beyanları çoktur. Bir yerde şöyle diyor: "Şu dört şey peygamberlerin sünnetlerindendir.: Haya (utanma duygusu ) , ıtırlanmak  (güzel koku sürünmek ) , diş temizliği, evlenmek ." 145
   Ve bir yerde de şöyle buyuruyor: " Ağızlarınız Kur'an'ın geçit yollarıdır; onları misvaklar kullanarak temizleyiniz." 146
   Hadisi şeriflerin ve Hz.Peygamber'in yaşayışının tetkiki bize göstermektedir ki , Müslüman'ın temizliğinin , hatta sadece maddi değil manevi temizliğinin de sembolu dişlerinin temizliğidir. Yüce Peygamber'in en büyük günlük meşgaleleri arasında diş temizliğinin yer aldığını söylemek mübalağa olmaz kanısındayım. Bu öylesine önemsenmiş bir meşgaledir ki , en büyük harplerde bile bırakılmamış , ölüm döşeğinde bile terk edilmemiştir.  Bu konuyla ilgili nakilleri kaydeden kaynaklar , Allah Resulü'nün dolunay kadar parlak ve inciler kadar güzel dişleriyle de bir güzellik abidesi olduğunu belirtmekte gecikmezler.Peygamberler Sultanı'na hizmete bir ömür adamış bulunan büyük sahabi Enes b.Malik diyor ki : " Allah Resulu gülümsediği zaman , dudaklarının arasından sanki ışık huzmeleri sızardı."

143 B.cumua, 8; savm, 27; M.taharet,42.
144 İM.taharet, 7;İbn Hanbel, 5/263
145 T.nikah, 1; İbn Hanbel, 5/421.
146 İM.taharet, 7


Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz Muhammed

                                           ---------------------------------

 

   " İstisnasız  bütün müminlere ben , dünya ve ahiret işlerinde kendilerinden daha yakınım, daha merhametliyim. İsterseniz, delil olarak Allah'ın şu ayetini okuyun: "Peygamber , müminlere öz benliklerinden daha yakın ve daha müşfiktir. Peygamberin hanımları da o müminlerin anneleridir..." O halde herhangi bir mümin ölürde borç, yahut fakir bir aile bırakırsa o aile bana gelsin, ben onun velisiyim." 126

                                AÇIKLAMA

   Bu hadisi şerif eşsiz ve hudutsuz Muhammedi şefkat ve merhameti dile getiren Peygamber sözlerinden biridir.

   Son Resul , yaradılışıyla ilgili hadisleri görürken de söylediğimiz gibi , bütün varlıkların kemal ve güzelliğini , olabilecek en iyi ve en güzeli temsil etmektedir. O, aynı zamanda en mükemmel insan sıfatıyla , Allah'ın varlıklarda gözlenebilecek beliriş ve görüntüsünün de en üst örneğidir.

   Kur'an-ı Kerim , uluhiyyetin , yani Yaratıcı Kudret'in en belirgin , en kuşatıcı niteliğinin merhamet olduğunu açıkça bildirmektedir. " Ve rahmet ve merhametim herşeyi çepeçevre kuşatmıştır." 127 Son Resul'unde , Allah'ın yeryüzünde en mükemmel belirişi olarak , önde giden niteliği merhamet ve şefkatidir. Bu merhamet ve şefkat de tıpkı Yaratıcı'nın ki gibi genel ve hudutsuzdur: Geneldir , kendisine inanıp inanmadığına bakmadan her insanı , her şeyi kuşatır. Hudutsuzdur, karşılık beklemeden ve esirgemeden , verir nimetini ve açar kucağını.

 Ne ilginçtir ki Kur'an'ı Kerim'in ilk ayeti olan besmele Allah'ın merhamet ve şefkatini dile getiren üç kelimeden örülüdür: Allah, Rahman, Rahim. Ve besmele : " Esirgeyen, acıyan ve bağışlayan Allah'ın adıyla" anlamındadır. Kur'an bu cümleyi ilk ayeti yapmakla yetinmemiş , besmeleyi 114 adet surenin 113'ünün baş tarafında aynen tekrarlamış, ayrıca diğer bazı ayetler bünyesinde de onu parça cümle halinde vermiştir. Bütün bunların mantıksal sonucu şudur: Kur'an'ın anlattığı Allah , ilk nitelik olarak merhamet ve şefkatle doludur.

   Yine Kur'an'ı Kerim , bu kez ikinci ayetinde Allah2ı "alemlerin Rabbi" yani yaratıp besleyici ve eğitip terbiye edicisi olarak nitelemektedir. Birinci olan ayet besmele ile ikinci ayeti birlikte düşündüğünüz de zorunlu olarak şu sonuca varırsınız: Bu alemleri yaratan kudret onlara merhamet , şefkat damgasını  vurmuş ve bütün varlıklarla sürdürdüğü ilişkileri merhamet ve şefkat esası üzerine bina etmiştir. Kısaca varlık bir rahmet , merhamet ve şefkat cümbüşüdür. Bunu biz kısaca : Kainatın ve oluşun temeli sevgi ve aşktır diye ifade edebiliriz. Çünkü merhamet ve aşk aynı temele oturan , farklı görünüşlerdir. Biri varsa öteki de vardır ve birinin olmadığı yerde ötekini de bulamazsınız.

   Varlık ve oluşta hakim olan merhamet ve sevgi cümbüşüne katılma , insandan istenen ilk duyuş ve davranış olarak İslam'ın bütün düzenlemelerinde yerini almış bulunmaktadır. Öyle ki ,Kur'a'ın insanı herşeysiz olabilir ama merhamet ve sevgisiz asla olamaz. Çünkü İslam'ın tanıttığı Allah ve Peygamber'e inanmak , her şeyden önce sevgi ve merhametle dopdolu hale gelmeyi gerekli kılmaktadır. Peygamberlerin bu varlıklar dünyasında görünüşü , esasen kainattaki merhamet ve sevgi cümbüşünü somutlaştırmak ve onu insan hayatında elle tutulur bir örneğe kavuşturmak içindir. Ve bu yüzdendir ki Allah, Son Resul'ünü tanıtırken şu ifadeyi kullanmıştır. " Ey sevgili Peygamberim ! Biz seni yalnız ve yalnız bütün varlıklara bir rahmet ve merhamet olarak göndermişizdir." 128 Hemen ekleyelim ki " bütün varlıklar " tabiri insan yanında , diğer yaratıkların da bu geniş rahmet kucağının içinde olduğunu dile getirmektedir. Büyük mutasavvıf Hallac'ı Mansur (ölm.921) bu inceliğe dikkat çekerek şöyle diyor. " Muhammed Mustafa sadece yeryüzü sakinlerine değil, hudutsuz göklerdeki varlıklara da peygamber olarak gönderilmiştir. 129

 

 

126 B.feraiz,15
127 A'raf, 156
128 Enbiya , 107
129 Öztürk, Hallac 72-73


Kendi Dilinde Hz Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk


                                               ---------------------

“Ümmetim içinden bana en güçlü sevgiyi besleyenlerden bir insan grubu da benden sonra gelecektir. Onların her biri çoluk çocuğu ve malı mülkü pahasına beni görmek arzusuyla coşar.” 182


                                AÇIKLAMA

   Bu hadis , İslamın evrensel prensiplerine  zıt bir geleneği yerle bir eden mucize bir beyandır.

   Andığımız gelenek , sahabiye hürmet adı altında , Kur’an , sünnet ve evrensel realitelere ters düşen şu kabulü savunur: “ Hiç kimse manevi yücelik ve Hz.Peygamber’e yakınlık bakımından ashabın derecesine ulaşamaz. “ Bu anlayış öylesine İslam dışı boyutlara götürülür ki . “Vahşi”  (193)  adlı kişinin atının burnuna giren tozun Cüneydi Bağdadi’den hayırlı olduğunu bile söyleme imkanı verir. Sebep şuymuş ; Vahşi Hz. Peygamber’i iman etmiş olarak görmüş , yani sahabi olmuştur.

   Sahabinin tanımını buradaki kabule uygun anlasak bile Vahşi’nin sahabiliği iddia edilemez. Çünkü o, Kur’an’ın apayrı bir sınıf olarak andığı Mükellefetül Kulûb’dan’dır. Korku yüzünden Kelime-i Şahadet çekmiştir.

Bizim meselemiz Vahşi’nin durumunu araştırmak değildir. Vahşi veya başkası ; sahabilerin ruhsal mertebelerine sonraki insanların hiçbirisi çıkamaz demek , Kur’an’ın ve Hz Peygamber’in beyanlarına aykırıdır. Allah’ın kanunlarına aykırıdır. Allah’a zulüm ve taraf tutma isnadıdır.

   Sahabilerin seçkinlikleri bizim onların hizmet ve hatıralarına saygı duymamızı gerektirir, ama bu , Allah’ın yerine geçerek hüküm verme hakkını bize bahşetmez. Kur’an’ı Kerim insanın , gayret ve ameli ile yükseleceğini açıkça söyler. Bu gayreti gösterenlerin filan devirden sonra gelenleri müstesnadır, diyemeyiz. Herhangi bir devirde gelmiş bir insan , gayret ve ameliyle sahabiden üstün mertebelere yükselebilir.




192 Müslüm’den naklen Kadı Iyaz,2/567 
193 Uhud’da Hz Hamza’yı öldürüp ciğerlerini söken
      zenci köle ,Mekke fethi sırasında Müellefetül
      Kulüb arasına girdi ve canını kurtardı. Daha
       sonraki yıllarda Taif’de alkol ibtilasından ölmüştür.

Kendi Dilinden Hz Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

 

                                    

   " Ben ilim beldesiyim ; Ali de o beldenin kapısıdır."  95

                                 AÇIKLAMA

   Hz Ali'nin seçkinlik ve üstünlüğü bahsinin en önemli dayanaklarından biri de bu hadistir.
   Az önceki hadis Ali'nin hukuksal -sosyolojik eşsizliğine dikkat çekerken bu hadis onun ruhsal planda ve bilgi alanındaki seçkinliğine işaret etmektedir.
   Hz Ali'nin bu yönüne biz , Tasavvufun Ruhu ve Tarikatlar adlı kitabımızda geniş yer verdiğimizden burada detaya girmeyeceğiz. Şunu söylemekle yetineceğiz: Önemli hadis kaynaklarından et-Tâc'ın , kamil insanın niteliklerini anlatan bölümünde Hz.Ali'nin şu sözüne yer veriliyor: "Danenin bağrından filizi çıkaran ve insanı yaratan Allah'a yemin ederim ki , Hz Peygamber bana şu gerçeği ısrarla belirtmiştir: Beni ancak gerçek mümin olan sever ve bana ancak gerçek münafık olan kin tutar." 96
   Ali'yle ilgili kısa açıklamamızı , mutasavvıf şair Mihrabi
(ölm1919 ) 'nin şu güzel şiiriyle noktalayalım:

 " Gel, durma gönül râhına , erkanı Ali'dir.
   Ey can ! Gözün aç sıdkıle bürhanı Ali'dir.
   Pakeyle gönül kabesini durma tavaf et ,
   Her şahsa nasibolmaz o, divan- Ali'dir.
   Kalbinde eğer doğdu ise şems-i hakikat
   Ref ola o dem perde ki meydanı Ali'dir.
   Maksûdun eğer rüyet-i didar ise, elhak,
   Zatında o bir nokta-i irfan-ı Ali'dir.
   Takdis edegör sen de o Mihrab-ı Elesti
   Hesti görünen , alem-i imkan-ı Ali'dir. "  97





95 İM Mukaddime,11
96 et-Tac.1/26
97 bk.Öztürk; Bektaşilik,175

Kendi Dilinden Hz Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

                     ----------------------

" Sizden hiç bir kişi bana ashabımla ilgili bir şikayet ve suçlama getirmesin. Şunu iyi bilin ki , ben bu dünyadan, ashabıma ilişkin en küçük bir kuşku ve tereddüt gönlüme girmemiş olarak ayrılmak istiyorum." 184

                         AÇIKLAMA

   Kadı Iyaz'ın Ebu Davud ve Tirmizi 'den naklen verdiği bu hadis , az önceki hadisi daha açık bir hale getirmektedir.
   Allah Resulü , ashabının , insan olmaları sıfatıyla düşecekleri hataları birer problem haline getirmeyi yasaklamıştır. Bir nebi , eğer kendi arkadaşları yani örnek ve çekirdek nesil olarak inşa ettiği insanlarını , bir öfke ve çekişme konusu haline getirirse hem Allah katın da sorumlu olur, hem de tebliğ ettiği iman ve davanın kuşkuya açılmasını kendi eliyle hazırlar.Resuller Sultanı böyle bir tavra asla kapı aralamamıştır. 
Hatta , bu prensibi korumak için , dış görünüşlerinin arkasında , bir imansızlık ve fitne sakladıklarını bildiği münafıklara bile dokunmamıştır. Sahabilerin , münafıkların temizlenmesine ilişkin tekliflerine verdiği cevap bu konuyu en ideal biçimde gerekçeye bağlıyor. Diyor ki : "Eğer ben, zahirde bana inandıklarını söyleyen münafıkları yoketmeye kalkarsam , etrafta "Muhammed arkadaşlarını öldürtüyor" dedikoduları yükselmeye başlar."
   Bir liderin bu perspektifi koruması ve bu uğurda sayısız sıkıntıyı ve zorluğu göğüslemesi, onun tebligatının muhtevası kadar önemlidir. Bu açıdan baktığımız da , Hz Muhammed'in bu tavrı da bir büyük mucize olarak onun üstünlükleri hanesine kaydedilmelidir.

   Kur'an , Hz.Peygamber'in bu, "tartışma ve çekişmeleri" ortadan kaldırma gücüne , eşsiz üslubu içinde şöyle değinir:"Biz her resulu , Allah'ın izni ile , kendisine itaat edilmek üzre göndermişizdir. Eğer onlar , kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah'tan af dileseler ve Resul de onlar için af dilese idi hiç kuşkusuz Allah'ı tövbeleri cömertce kabul edici ve rahmetini bol bol sunucu olarak bulurlardı." 185

   Ne ilginçtir ki , Hz Peygamber'in ardından çıkan çekişme ve kavgalar sırasında bunalan bir Arap , Hz.Resul'ün kabri başına gitmiş ve gözyaşları içinde , az önce verdiğimiz ayeti okuyarak şöyle inlemiştir:" Sen söyledin, biz kabul ettik ; sen emrettin biz emrine uyduk, sen tebliğ ettin biz dinledik. Fakat senin ardından kendi kendimize zulmettik., ey Allah'ın Resulü ! Ve şimdi , işte yine sana geldik, af dile bizim için. Arkanda , yaşlar akıtan gözlerden başka birşey kalmamıştır."186



184 Kadı Iyaz , 1/162
185 K.Nisa,64.
186 bk.İbn Abdrahhib;el-İkd el Ferid,
      3/237.


Kendi Dilinden Hz Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk


                                                -------------------------------------

   " Şu bir gerçek ki ,her ümmetin bir fitnesi vardır; benim ümmetimin fitnesi de maldır." (108)

   " Ey insanlar ! Sizin için korktuğum tek şey , Allah'ın , önünüze çıkaracağı dünya süs ve nimetleridir. Bir malı hakkı olarak elde edene o mal mübarek kılınır.Fakat hakkı olmayan bir mala elkoyan kişi hep yiyen , ama hiç doymayan birine benzer." (109)

   " İran ve Bizans hazineleri elinize geçtiğinde nasıl bir topluluk haline geleceğinizi biliyor musunuz? Allah'ın istediği topluluktan başka birşey olacaksınız o zaman. Çekişeceksiniz , hasedleşeceksiniz, birbirinize sırt çevireceksiniz ve nihayet kin ve öfkeyle birbirinize girip muhacirlerin barınaklarına üşüşerek birbirinizin boynunu vuracaksınız."(110)
   "Allah'a yemin ederim ki , sizin adınıza korktuğum şey , yoksulluk değildir. Sizin için korktuğum şudur: Dünya, tüm nimetleriyle önünüze serilecek ve tıpkı önceki ümmetler gibi , nimetler yüzünden çekişeceksiniz. Ve tıpkı önceki ümmetlerde olduğu gibi nimetler sizi mahvedecek." (111)


 

                               AÇIKLAMA

   Allah Resulü'nün bu mucize haberleri , kaynaklarda mal fitnesi başlığı altında veriliyor. 
   Hadisler birkaç fitneden bahseder. Bunların en tehlikelisi , Muhammed Ümmetinin baş fitnesi , mal fitnesi olarak veriliyor. Ümmeti kavgaya , kine , nefrete ve nihayet can alıp kan dökmeye götürecek   iç felaket budur. 
   Mal fitnesi iki bakımdan iç felakettir: İnsandaki hırs bazına oturduğu için psikolojiktir,
ümmeti birbirine düşürdüğü için sosyolojiktir. Demek olur ki , mal fitnesi hem çekirdek olan ferdi mahveder, hem de kozmik emaneti evrensel boyutlara yüceltecek olan toplumu...
   Buna dayanarak diyebiliriz ki , Muhammed ümmetinin savaşacağı en büyük putlardan biri , belki de birincisi , mal putu olmaktadır. Müslüman nesillerin bu amansız putla gereğince savaştıklarını söylemek bahtiyarlığından , ne yazık ki yoksunuz.
   Mal putu , hırs bazına oturduğu için , şöhret ve mevki putları da onun çocukları , uzantıları olarak düşünülmelidir. Çünkü onları dölleyen karanlık ruhlu ana da hırstır.


108 T.zühd,26
109 İM.fiten,18
110 İM.fiten,18
111 İM.fiten,18


Yaşar Nuri  Öztürk
Kendi Dilinden Hz Muhammed

                           ----------------------


   " Ben ashabım için bir emanım." 182

                          AÇIKLAMA


   Kadı Iyaz 'ın , eş Şifa'sında Müslüm'den naklen verdiği bu hadisin bir rivayetinde " Ben ashabım için bir emene'yim buyurulmaktadır ki aynı kökten ve aynı anlamdadır.
   Eman, yukarki hadisteki emin sözcüğünü açıklarken de belirttiğimiz gibi , iman, emanet ve mümin kelimeleriyle aynı kökten türemiş olup güven, dayanak , garanti demektir.
   Hz.Muhammed göklerin ve yerin emini olarak ashabının ve tüm insanlığın emanıdır. O, realitenin emanıdır: Yaşayan ve hep yaşayacak olan bir emandır O... Ashabına eman oluşu ilk bakışta dikkat çeker. Onun hayatı boyunca ashabı içinde en küçük bir güvensizlik ve çekişme görülmemiştir. O canlı ve Allah'ın denetiminde bir kaynaktır. Her sahabi , tereddütünü , problemini doğrudan doğruya O'na götürür ve çözümü en ideal biçimde bizzat ondan dinlerdi.
   O, bu eman sırrını zedeleyecek , tehlikeye düşürecek bütün ihtimalleri ortadan kaldırmıştı. Onun vefatı üzerinedir ki , canlı kaynak ve canlı modelden yoksun kalan sahabiler tartışmaya başlamış , ardından da çekişme , kavga ve nihayet boğazlaşmaların kucağına düşmüşlerdir. Kur'an bu noktaya şöyle parmak basar: " Sen onların içinde olduğun sürece Allah onlara azap etmez." 183
   Tartışma ve çekişmelerin büyük bir kısmı , tanrısal vahiylerin yorumlanmasındaki görüş ve anlayış farklarından doğuyordu. Çünkü vahiy , insanlığın yalnız o günkü boyutlarına ışık ve açıklık getirmiyor , ilerki zamanların muhtelif tekâmül aşamalarına da çözümler sunuyordu. 
Böylesine çok boyutlu bir kelamın , ümmet içinde sayısız fikirlerin ortaya atılmasına zemin hazırlaması kaçınılmazdır. Bu , işin tabiatı gereği olduğu gibi , vahyin mucizesidir de...
   Tartışmayı çekişme ve kavga boyutuna götüren sebepler dünya ve mevkii hırsı olmuştur ki , sahabiler devrinde bunun başını Emevi doymazlığı çekmiş ve işi , Allah Resulü'nün Ehlibeytini katledecek çizgiye kadar götürmüştür.İşin bu tarafı tartışmanın tefrika ve parçalanma yanına vucüt verir. 
   O halde , Hz. Peygamber'in emanından çıkan ümmetin durumu çok acı olmaktadır. Onun emanında sürekli kalmanın yolu ise onun mirasına iyice sarılmak ve tartışmayı rahmet boyutunun dışına taşırmamakla olur.

182 Kadı Iyaz ,1/64
183 Enfal ,33

Yaşar Nuri Öztürk 
Kendi Dilinden Hz. Muhammed


                        -----------


" Benim ve benim aracılığımla Allah'ın gönderdiği vahyin durumu şuna benzer: Adam bir topluluğa gelip şöyle demiştir: " Ey topluluk ! Ben, üstünüze doğru gelen bir orduyu gözlerimle gördüm. Hiç kuşkunuz olmasın ki ben çıplak bir uyarıcıyım. Beni dinleyin ve sakınıp korunun." Bu sözler üzerine o adamın hitabettiği topluluğun bir kısmı onu dinlemiş ve akşamın ilk karanlığıyla yola koyulmuş , gerekli mesafeyi almış ve kurtulmuştur. Diğer bir kısmı ise bu uyarıcıyı yalanlamış , yerinden kımıldamadan sabahlamış ve düşman ordu , üstlerine gelerek hepsini perişan edip canlarını almış , mallarına elkoymuştur. İşte bu temsil , bana itaat eden ve getirdiğim vahye uyanlarla , bana karşı çıkıp getirdiğim gerçeği yalanlayanların hallerini anlatır."


                             AÇIKLAMA

   Bu hadisler Son Peygamber'in , insanlığa sunduğu mesajın uyarıcı rolünü ve insanların bu mesaj karşısındaki tavırlarının farklılığını anlatıyor.
   Mesajın sunucusu Allah Resûlü bir çıplak uyarıcıdır. Bu deyim en-nezir el-uryân karşılığı kullanılmıştır. Elbisesiz , çıplak haberci, uyarıcı demektir.
   Çıplak uyarıcı deyimini Araplar , vereceği haberin önemi yüzünden elbisesini giymeye bile vakit bulamadan dışarı fırlayan kişi için kullanırlar. 
   Çıplak uyarıcı sözü , hem haberin önemine , hem de habercinin ciddiyet , titizlik ve heyecanına dikkat çeker. 
   Burada , Hz Resûl, bir "ölçü" olarak verilmiştir. O, hem geçmişi tashih etmede , hem geleceği kurmada ölçüdür. Kur'an onun bu yönüne dikkat çekerken , onu en güzel örnek (üsvetün hasene) diye anar ve Allah'a sevginin ölçüsü olarak ona uymayı gösterir.

85 Kadı Iyaz ,2/545-546

Yaşar Nuri Öztürk
Kendi Dilinden Hz Muhammed


                                -----------


   " Hiç kuşkusuz ben de bir insanım. Sizler zaman zaman çekişmelerinizi benim hakemliğime sunuyorsunuz. Olabilir ki biriniz , delillerini daha ikna edici tarzda ortaya koyar da ben de dinlediğimi esas alarak onun lehine hüküm veririm. Bu şekilde hüküm verip de kardeşinden bir hakkı kendisine geçirdiğim kişi , mahkum edilenden asla birşey almasın. Biliniz ki ben bu durumda kazanan tarafa ateşten bir parça vermiş olurum. "

                                   AÇIKLAMA

   İslam Peygamberi , ruhsal önder olduğu kadar ashabının hukuk sorunlarını çözen bir yargıçtı da... İnsanlık tarihinin bu en büyük yargıcı , az önce verdiğimiz hadisi şerifinde hukuk kurallarının evrensellerinden birini koymuş bulunuyor: Hukuk hak ilmi olmaktan çok delil kurumudur. Hukuk elbetteki hakkın peşindedir, ama o, hakkı ararken daima delillere başvurur ve delilleri güçlü olan , hakkın sahibi olarak belirir. Böyle bir tutum hukuk tarihinde birçok hatanın yapılmasına , birçok hakkın çiğnenmesine yol açmış olsa da hukukun varlığını ve bir kurum olarak iş görmesini sağlamak için bu istisnalara göz yummak ve hukukun bir delil kurumu olduğunu benimsemek zorundayız. Hz. Peygamber'in vurgulamak istediği de budur. Yoksa o, karşısına dikilen kişilerin haklı veya haksız olduklarını elbetteki , daha ilk bakışta anlayacak bir sezgi ve bakış gücüne sahipti. Onun, gözlerinden böyle şeylerin gizlenmesi mümkün  olamazdı. Ama o , söze "ben bir insanım" diye girerek , bu konuda insanın izleyeceği yolu göstermiştir. O, burada Peygamber olarak taşıdığı tesbit gücüne dikkat çekmek peşinde değildir.



Mezalim,16;Ebu Dâvud,akzıya,7 


                                        -------------------------------


   " Cebrail bana geldi ve dedi ki ; "Allah sana selam gönderiyor ve şöyle buyuruyor: Ben seni dölleyen soya , taşıyan rahme , saran kucağa cehennemi haram kılmış bulunmaktayım." 19

                                           AÇIKLAMA


   Bir önceki hadisin izahında da belirtiğimiz gibi , Hz Peygamber'in anne ve babasından başlamak üzere Hz Adem'e kadar varan silsile içinde hiçbir ata ve anası putperestlik ve şerefsizlikle lekelenmiş olamaz ve olmamıştır. Konunun bu şekilde kabulü Peygamber'imizin eski cedleri için mantık ve dinsel dogmaların yaklaşımları açısından gereklidir. Anne , baba ve dedesine gelince , acaba onların durumu nedir?
   Herşeyden önce onun anne ve babası kendisinin Peygamber olarak görev alışından önce ölmüşlerdir. Babası daha O doğmadan , annesi ise o 6 yaşındayken . Dedesinin durumu da aynıdır. O da Peygamber'in çocukluğunda bu alemden ayrılmıştır. O halde, ilk tesbit olarak , bu üç kişiyi , Son Peygamber'in tebligatına bağlı tutmak imkanı yoktur. Fakat bu üç insan , İslam'ın gelişinden önce yine tevhid ,yani tektanrı inancı üzremiydiler , yoksa putperestmi idiler ? Tartışmanın düğüm noktasında bu soru yatmaktadır. Hepimiz biliyoruz ki , İslam'ın gelişinden önce , Arapların bir kısmı putlara tapıyor, az bir kısmı da eski peygamberlerin bıraktıkları geleneği sürdürerek , tevhid inancını taşıyorlardı. Bu ikinci gruba Hanifler veya Hanif inancı taşıyanlar denilir ki , Hz İbrahim'in tebligatı üzre davrananlar demek olur. Peygamberimizin ebeveyni ve dedesini bu gruptan saymamaızda hiç bir tarihsel engel yoktur. Fakat geleneksel nakiller bunları Mekke oligarşisinin putperest kadrosu içinde görmekte ve putperest  olarak tanıtmaktadır. Eğer böyle ise , o zaman, İslam kaynaklarında onları başka tabiatüstü bazı gelişmelerle tevhid inancı içine çekmek ve bu şekilde aklamak gayretinde olan yaklaşımlara katılmak gerekecektir. Büyük tarihçi Yakûbi Hz peygamber'den şu sözü naklediyor: "Allah şu dört kişiyi bana bağışlayarak cennetlik kılmıştır: Babam ,annem,amcam ve İslam öncesi devirden bir dostum." 20
   Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: İman ve kurtuluş meselesini fıkhın ve fakihlerin tesbit ettikleri dar ve bazen de yozlaştırılmış kalıplar içinde düşünsek bile , Son Resul Hz Muhammed'in ebeveyni ile eski atalarını yani ona kan vermiş soyunu Allah'a ortak koşmak veya şerefi zedeleyecek bir durumla lekelenmiş olmaktan uzak tutacak bir çok delile sahibiz ve bu deliller İslam düşünürleri tarafından birçok eserde ve asırlardan beri gözler önüne serilegelmiştir.21

19 Sûyûtî; Leâli,1/265
20 Y.2/35
21 Bu konuda genişbilgi için bk.
     Tecrid-i Sarih tercümesi 
     (Diyanet yayını),4/535-545

Kendi Dilinden Hz Muhammed
Yaşar Nuri Öztürk

                                                    ------------

" Meryem oğlu İsa'ya insanların en yakını benim. Ve benimle İsa arasında nebi yoktur. Peygamberler anaları ayrı babaları bir evlatlardır. " 39
   
   " Beni Matta oğlu Yunus'tan üstün göstermeye kalkmayın. Beni Musa'dan üstün göstermeye de kalkmayın . Nebiler arasında derecelendirme yapmayın." 40

                              AÇIKLAMA

   İslam Peygamberi bu sözleriyle , nebilik kurumu ve nebilerin insanlık tarihindeki yerlerine işaret etmenin yanında  , nebilerin en büyüğü ve en mükemmeli olarak emsalsiz bir tevazu örneği vermektedir. Bir yerde , kendisine "ey varlığın en hayırlısı " diyen birine şu cevabı veriyor: "O dediğin Hz İbrahim'dir." 41
   O, bir bayrağı son ve en yüksek burcuna diken kişidir. İlk insanla başlayan bir iman heyecanının , insanın varlık karşısındaki saygınlığının bayrağıdır bu. Açıklamamızı , Kur'an'ın konumuzla ilgili şu ayetiyle sürdürelim : " De ki : Ben peygamberler içinde bir türedi , benzeri olmadan ortaya çıkan biri değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilemem. Ben ancak bana vahyedilene uymaktayım. Ben sadece uyarıp açıkça haber veren bir peygamberim. "42
   İslam bütün peygamberlere imanı ve saygıyı müslüman olmak için gerekli şartlardan biri kabul etmiştir. İmanın altı şartından biri de peygamberlere imandır.  İslam Peygamber'inin bir "semavi dinler ıslahatcısı " olması onun "Son Peygamber " sıfatıyla bütün peygamberli dinlerin mensuplarına çağrılarda bulunmasını ve onları semavi dinlerin değişmez esası olan " Allah'ın birliği" noktasında eylem beraberliğine davet etmesini gerekli kılmıştır. Kur'an Ali-İmran 64. ayette şöyle diyor: " Ey Museviler ve Hıristiyanlar ! Geliniz ! Aramızdaki ortak gerçekte birleşelim: Yalnız Allah'a ibadet etmede , O'na ortak koşmamada , Allah'ı bırakarak birbirimizi rabler edinmemede birleşelim. "
   Hz Muhammed'in düzelticilik görevi onun Son Peygamber (Hatemul Enbiya ) diye anılmasını da gerekli kılmıştır. Kur'an ondan söz ederken " nebilerin sonuncusu deyimini kullanmaktadır. O 'da kendisinden bahsederken şöyle diyor. " Benden sonra Peygamber gelmeyecektir. "(43) Bunun anlamı şudur : İnsanoğlu vahiy kanalıyla elde edeceği aydınlığın tamamına ulaşmış ve Hz Muhammed bu aydınlığın son ve en mükemmel şeklini getirmiştir. 
   Kur'an insanoğluna ışık getirmiş ruhlar olan peygamberlerden bahsederken onların hepsinin adlarını saymadığını da kaydeder. O halde Peygamberler , adları Kur'an'da geçen nebilerden ibaret değildir. İslam Peygamberi işte bütün bu nebilere "kardeşim ve ülkü arkadaşım demekle " temsil ettiği evrensellik ve rahmeti burada da ifadeye koymaktadır. 

39 ED sünnet , 13.
40 Kadı Iyaz 1/170
41 bk. Kadı Iyaz 1/170
42 Ahkaf 18
43 B. megazi 78.

Kendi Dilinde Hz Muhammed 
Yaşar Nuri Öztürk
   
  ---------

" İstisnasız bütün müminlere ben , dünya ve ahiret işlerinde kendilerinden daha yakınım, daha merhametliyim. İsterseniz, delil olarak Allah'ın şu ayetini okuyun: "Peygamber, müminlere öz benliklerinden daha yakın ve daha müşfiktir. Peygamberin hanımları da o müminlerin anneleridir..." O halde herhangi bir mümin ölür de borç, yahut fakir bir aile bırakırsa o aile bana gelsin, ben onun velisiyim."
                                             
                                      AÇIKLAMA
   

    Bu hadisi şerif eşsiz ve hudutsuz Muhammedi şefkat ve merhameti dile getiren Peygamber sözlerinden biridir. 
   Son Resul , yaradılışıyla ilgili hadisleri görürken de söylediğimiz gibi , bütün varlıkların kemal ve güzelliğini , olabilecek en iyi ve en güzeli temsil etmektedir. O, aynı zamanda en mükemmel insan sıfatıyla , Allah'ın varlıklarda gözlenebilecek beliriş ve görüntüsününde en üst örneğidir.
   Kuran'ı Kerim ulûhiyyetin , yani Yaratıcı Kudret'in en belirgin , en kuşatıcı niteliğinin merhamet olduğunu açıkça bildirmektedir. " Ve rahmet ve merhametim herşeyi çepeçevre kuşatmıştır " 127 Son Resul'ünde , Allah'ın yeryüzünde en mükemmel belirişi olarak , önde giden niteliği merhamet ve şefkatidir. Bu merhamet ve şefkat de tıpkı Yaratıcı'nınki gibi genel ve hudutsuzdur. Geneldir, kendisine inanıp inanmadığına bakmadan her insanı , her herşeyi kuşatır. Hudutsuzdur, karşılık beklemeden ve esirgemeden , verir nimetini ve açar kucağını.
   Ne ilginçtir ki Kuran' Kerim'in ilk ayeti olan besmele Allah'ın merhamet ve şefkatini dile getiren üç kelimeden örülüdür: Allah, Rahman, Rahim. Ve besmele :Esirgeyen, acıyan ve bağışlayan Allah'ın adıyla " anlamındadır. Kur'an bu cümleyi ilk ayeti yapmakla yetinmemiş , besmeleyi 114 adet surenin 113'ünün baştarafında aynen tekrarlamış , ayrıca diğer bazı ayetler bünyesinde de onu parça cümle halinde vermiştir. Bütün bunların mantıksal sonucu şudur: Kur'an'ın anlattığı Allah , ilk nitelik olarak merhamet ve şefkatle doludur. 
   Yine Kur'an'ı Kerim , bu kez ikinci ayetinde Allah'ı " Alemlerin Rabbi " yani yaratıp besleyicisi ve eğitip terbiye edicisi olarak nitelemektedir. Birinci ayet olan besmele ile ikinci ayeti birlikte düşündüğünüzde zorunlu olarak şu sonuca varırsınız: Bu âlemleri yaratan kudret onlara merhamet , şefkat damgasını vurmuş ve bütün varlıklarla sürdürdüğü ilişkileri merhamet ve şefkat esası üzerine bina etmiştir. Kısaca varlık bir rahmet , merhamet ve şefkat cümbüşüdür. Bunu biz kısaca : Kainatın ve oluşun temeli sevgi ve aşkdır diye ifade edebiliriz. Çünkü methamet ve aşk aynı temele oturan , farklı görünüşlerdir. Biri varsa öteki de vardır ve birinin olmadığı yerde ötekini de bulamazsınız. 
   Varlık ve oluşta hakim olan merhamet ve sevgi cümbüşüne katılma , insandan istenen ilk duyuş ve davranış olarak İslam'ın bütün düzenlemelerinde yerini almış bulunmaktadır. Öyle ki Kur'an'ın insanı herşeysiz olabilir ama merhamet ve sevgisiz asla olamaz. Çünkü İslam'ın tanıttığı Allah ve Peygamber'e inanmak , herşeyden önce sevgi ve merhametle dopdolu hale gelmeyi gerekli kılmaktadır. Peygamberlerin bu varlıklar dünyasında görünüşü , esasen kainattaki merhamet ve sevgi cümbüşünü somutlaştırmak ve onu insan hayatında elle tutulur bir örneğe kavuşturmak içindir. Ve bu yüzdendir ki Allah , Son Resul'ünü tanıtırken şu ifadeyi kullanmıştır: "Ey Sevgili Peygamberim ! Biz seni yalnız ve yalnız bütün varlıklara bir rahmet  ve merhamet olarak göndermişizdir. " 128 Hemen ekleyelim ki " bütün varlıklar " tabiri insan yanında , diğer yaratıklarında bu geniş rahmet kucağının içinde olduğunu dile getirmektedir. Büyük Mutasavvuf Hallâc- Mansur (ölm-921) bu inceliğe dikkat çekerek şöyle diyor: " Muhammed Mustafa sadece yeryüzü sakinlerine değil , hudutsuz göklerde ki varlıklara da Peygamber olarak gönderilmiştir." 129 

126 B, Feraiz,15
127 A'raf , 156
128 Enbiya , 107
129 Öztürk; Hallac 72-73

Yaşar nuri Öztürk
Kendi Dilinde Hz Muhammed
                                           ---------------

   










 
  23027 ziyaretçi  
 
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol